Tozlu sokaklarında başıboş gezen keçiler, ellerindeki mikrofonla İncil’den paragraflar okuyan din adamları, rengârenk kumaşlara sarılmış, salınarak yürürken kafasının üzerinde aklınıza gelebilecek her şeyi taşıyabilen parlak siyah tenli kadınlarla dolu bambaşka bir ülkeden bahsetmek istiyorum size. Kolaylığı ile bilinen, cana yakın ve güleryüzlü halkı, çarpıcı kültürü ve “yeni başlayanlar için Batı Afrika” diye de bilinen Gana’dan.
Seyahati çok seven biri olsam da Sahra Altı Afrika’sı listemde hep gerilerde kalıyordu. Elbette safariye çıkmak, fil yetimhanelerinde gönüllü çalışmak, sık Afrika ” jungle”larını keşfetmek ve gizemli kültürlerini deneyimlemek hayallerimi süslüyordu ama mesafelerin uzaklığı, dil engeli, hastalık tehtidleri ve bazı ülkelerdeki güvenlik sorunları beni bölgeden uzak tuttu. Yine de iş seyahati için aniden çıkan bir fırsata hayır diyemezdim.
Yaklaşık 7 saat süren uçak yolculuğunun sonunda Akra’nın merkezindeki Kotoka Uluslararası Havaalanı’na indik. Uçaktan inen herkesin ateşi ölçülüp aşıları ve izinleri kontrol ediliyordu. Biz otelimize yerleşmeyi düşlerken toplantının hemen yapılacağını öğrendik. Kendime çeki düzen vermek için dişlerimi fırçalamaya başladım. Musluktan akan su ile ağzımı çalkalarken birden aklıma Sex And The City filminde, Charlotte’un duş sahnesi geldi. Neyse ki sonum onun gibi olmadı ama bu bana büyük bir ders oldu. Sonrasında kapağında barkodlar bulunanlar dışındaki hiçbir suya yaklaşmadım ve buzlu içeceklerden uzak durdum.
İlerleyen günlerde Gana’nın sayısız tezat barındıran çok farklı bir ülke olduğunu öğrenecektim. Zengin altın madeni yataklarına sahip olduğu için “Altın Sahil” olarak anılıyorken dünyanın en fakir 50 ülkesi arasında. Buna rağmen bugün 1 Gana Cedi’si 2.35 Türk Lirası’na denk mesela. Suç oranı ise en düşük Afrika ülkelerinden.
Yapılan Bir Tablo
2000’lerin başına kadar geri dönüşüm adı altında dünyanın pek çok yerinden toplanan elektronik atıklar Agbogloshie Bölgesi’ne bırakıldığı için çevreyi kirletirken, yerel halk bu atıkların içerdiği değerli madenleri toplamaya başlayınca “kentsel madencilik” isimli yeni bir iş kolu ortaya çıkmış.
Afrika’daki ülkelerin çoğu müslümanken, Gana nüfusunun %70’i hıristiyanlardan oluşuyor. Resmi dili İngilizce olsa da Gana’da 40’tan fazla dil, onlarca lehçe konuşuluyor. En yaygın yerel dil ise Akan dili. Heryerde Twi dilinde “hoş geldiniz” anlamına gelen “akwaaba” ile karşılanıyorsunuz. Gana, Soninke dilinde “savaşçı kral” demek. Başkent Akra ise adını, şehri çevreleyen karınca yuvalarından almış.
1400’lerin sonunda Portekizlilerin bölgeye gelişi sayesinde Avrupalılar ile ticari ilişkileri başlamış. Kolonileşme dönemine kadar Avrupalılar ile tamamen eşit şartlarda ticaret yapılıyormuş. Akra sahiline kaleler ve ticaret binaları inşa ediliyor ve bunlar yerli kabile reislerinden kiralanıyormuş.
Dağınık olan Akan kırallıkları 1600’lerin sonunda birleşip Ashanti Krallığını oluşturmuş ve Avrupalılar ile ticarete devam etmişler. Değerli madenler ve baharat ile başlayan bu ticarete zamanla Amerika’ya gönderilmek üzere zengin Afrikalılardan satın alınan köleler de eklenmiş.1800’lerde ise Britanyalılar ve Hollandalılar’ın bölgeyi domine etmeye başlamasıyla eşit ticaret yerini askeri olarak daha güçlü olan İngilizlerin baskıcı yaklaşımına bırakmış. 19. Yüzyılda yaşanan savaşlar sonucunda Ashanti Krallığı son bulmuş ve bölge Birleşik Krallığın hâkimiyetine girmiş.
1957’de bağımsızlığını kazansa da 2001’e kadar gerek askeri darbeler ve gerekse siyasi dengesizlik, ülke ekonomisinin gelişmesinde büyük engel oluşturmuş. Turizmi canlandırmak için 2019’da “Year of Return” ile köleleştirilmiş Afrikalıların Gana’ya dönüşünü anmak, Gana dışında yaşayanların kökenlerinin izlerini sürmek, ülkeye geri gelmelerini ya da yatırım yapmalarını teşvik etmek amacıyla bir proje başlatılmış.
1957’de bağımsızlığını kazansa da 2001’e kadar gerek askeri darbeler ve gerekse siyasi dengesizlik, ülke ekonomisinin gelişmesinde büyük engel oluşturmuş. Turizmi canlandırmak için 2019’da “Year of Return” ile köleleştirilmiş Afrikalıların Gana’ya dönüşünü anmak, Gana dışında yaşayanların kökenlerinin izlerini sürmek, ülkeye geri gelmelerini ya da yatırım yapmalarını teşvik etmek amacıyla bir proje başlatılmış.
Christiane Amanpour’un Sex and Love Around the World belgeselinde anlattığı gibi Ganalı kadınlar için bakımlı olmak çok önemli. Neredeyse her sokakta bir kuaför ya da manikür salonu var. Çok kıvırcık ve gür olduğu için uzaması zor olan saçlarını, örgülerle uzatıp boncuklarla süslüyorlar.
Sıklıkla göreceğiniz “kente” kumaşların tarihi Akan krallıklarına kadar uzanıyor. Eskiden kabile reisleri tarafından özel törenlerde kullanılan bu dokumaların renklerinin de farklı sembolik anlamları var. Altın rengi zaferi, manevi saflığı sembolize ederken, siyah ataların ruhlarını, olgunlaşmayı ve kederi ifade ediyor.
“Adinkra” ise, her biri ayrı anlama gelen bir çeşit sembol sistemi. Kabile hayatı süren toplumlarda kültür, inanç ve yaşam ile ilgili bilgilerin aktarılması için kullanılan bu semboller günümüzde de kumaşlardan mobilyalara pek çok yerde karşımıza çıkıyor.
İlk gidişimizde, şehir merkezine yarım saat uzaklıkta, okyanusun dibinde bir otelde kalmışdık. Akra’nın en huzurlu saatleri, egzotik meyvelerle doldurduğum kahvaltı tabağımı alıp otelin bahçesinden okyanusu ve renkli balıkçı teknelerini izlediğim zamanlardı. Bulut olmamasına rağmen gri bir filtrenin arkasındaymış gibi görünen gökyüzü, kızıl tonlu upuzun kumsalı ve asırlık palmiye ağaçları beni telaşsızlığa hazırlar gibiydi.
Projeden fırsat buldukça şehri gezmeye çalıştık. Şansımıza her sene ağustos ayında düzenlenen Chale Wote Sokak Sanatı Festivali’ne denk geldik. 17.yüzyılın ortalarında Hollandalılar tarafından inşa edilen Usser Fort müzesindeki enstalasyonları ziyaret ettikten sonra James Town bölgesindeki sokaklara dağılmış olan sergileri gezdik. Hala balıkçıların kullandığı bölgede, ikonik deniz fenerine doğru ilerledikçe, oluklu sac barakaların ve ahşap klübelerin arasından yayılan kızgın yağ kokularıyla ağırlaşan hava, tam tam seslerine karışmaya başladı.
Serinlemek için verdiğimiz, zencefil ve hibiskustan yapılan lezzetli “sobolo” molaları da yetmeyince deniz fenerini ve Mantse Sarayı’nı uzaktan seyrettik.
Kabuğu Şeklindeki Tabut
Şehir merkezine giderken yoldaki bir marangoz atölyesi dikkatimizi çekti. Burada sıradan mobilyalar yerine fantezi tabutlar yapıldığını öğrendik. Deniz kabuğu, kola şişesi, fotoğraf makinesi şeklinde onlarca ahşap tabut vardı raflarında. Yaşamın, ölümden sonra da devam ettiğine inandıkları için ölen kişinin yaptığı işe ya da kişiliğine göre şekillenen farklı tasarımlara sahip renkli tabutlarla gömülüyorlar. Siyah, beyaz ya da kırmızı giyilmesi zorunlu olan cenaze törenlerinde yas tutanlarla birlikte davulların ritmiyle dans edip şarkı söyleyenleri görüyorsunuz.
Akra’da, köle ticareti yapılan ve kıyıda konumlanan yaklaşık 40 kale yapısı bulunuyor. Yazık ki, köle olarak satılan Afrikalıların sayısının 12 milyon civarında olduğu düşünülüyor. Koloni dönemini anlatan sergilere ev sahipliği yapan ve günümüzde ziyarete açık yerlerin başında Elmina Kalesi geliyor. 1482’de Portekizliler tarafından inşa edilmiş ilk ticaret yapısı olan beyaz badanalı bu bina UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmiş.
Obama’nın 2009’daki ziyaretinde “bu bize, insanoğlunun büyük kötülük yapma kapasitesini hatırlatıyor” dediği Cape Coast Kalesi de Gana’nın simgelerinden biri haline gelmiş. Osu Kalesi ise 1600’lerin ortasında Danimarka‘nın “Altın Sahil”deki karargâhı olmuş. Gana’nın bağımsızliğını ilan etmesinden sonra ise başkanlık evi olarak kullanılmış.
Şehirdeki diğer cazibe noktaları; sunduğu eşsiz etnografik çeşitliliğiyle ülkenin en eski müzesi olan Gana Ulusal Müzesi, bağımsızlığın ilan edildiği yerde inşa edilen Kwame Nkrumah Anıt Parkı ve bağımzsızlığı kutlamak için yapılmış tören alanı olan Kara Yıldız Meydanı’dır.
Gana Ulusal Müzesi’nde Gana tarihi ve kültürüyle ilgili giyisiler, tahtlar, ashanti tabureleri, sanat eserleri ve ayinlerde kullanılan aletler sergilenir. Kwame Nkrumah Anıt Parkı, içindeki mütevazı müze, anıt mezar, bisiklet yolları, havuzlar ve çiçek tarhları ile halkın dinlenme alanlarından biridir. Kara Yıldız Meydanı ise Gana’nın kurucusu ve ilk başkanı olan Kwame Nkrumah tarafından 1961’de yakılan “sonsuz alev”e ev sahipliği yapan büyük bir meydandır.
Gana, tarihi ve yerel kültürü dışında büyük hayvan ve bitki çeşitliliği ile doğa tutkunlarını kendine çekiyor. 250’den faklı kuş türünü keşfetme imkanı veren, yerden 130mt yüksekte, ağaçlardan sarkan geleneksel halat köprülerden oluşan yürüyüş yoluyla ilgi odağı Kakum Ulusal Parkı’na ya da fil, leopar, antilop gibi hayvanlara ev sahipliği yapan Gana’nın en büyük vahşi yaşam alanı Mole Milli Parkı’na gidemesek de Güney Gana’daki kakao üretiminin teşvikinde büyük rol oynayan Aburi Botanik Bahçeleri’ne kısa bir ziyarette bulunduk.
1800’lerin sonunda, Altın Sahil hükümet yetkilileri için inşa edilen sanatoryumun yerine yapılan bu büyük botanik park bilimsel tarım yöntemlerinin öğretilmesinden nesli tükenmekte olan bitkilerin yetiştirilmesi ve korunmasına öncülük eden kurumlardan.
Kakaodan tarçın ağaçlarına, dev palmiyelerden, muskat ve shea’ya kadar pek çok bitki türünü birlikte görebiliyorsunuz. Ömrünü tamamladıktan sonra, her santimi özenle oyulmuş insan ve hayvan figürleri ile dolu “tree of life” ise, zirveye ulaşmak için verilen sonsuz mücadelenin hikâyesini anlatıyor.
Gana’daki güzellikler bunlarla sınırlı değil elbette. 1 milyon yıl önce düşen bir meteoron oluşturduğu düşünülen Bosumtwi ve dünyanın en büyük insan yapımı baraj gölü olan Volta Gölleri, Batı Afrikan’nın en uzun şelalesi olan Wli ve Brong-Ahafo Bölgesinde’ki 3 kademeli Kintampo Şelaleleri de ziyaretçilerin vazgeçemediği lokasyonlardan.
Yerel lezzetleri deneyebilmemiz için Azmera Restoran’a ve şehrin lüks bölgesi Osu’daki Kukun Bar’a gittik. Yeni tatlara açık olsam da, seyahat boyunca tercihim muza çok benzeyen ama pişirilerek yenen plaintain kızartması ve mango oldu. Uzun taneli pirinç, domates, soğan, baharatlar ve sebzeler ile hazırlanan “jollof pilavı”nı da beğendiğimi söyleyebilirim. Fermente mısır ve manyok hamurundan yapılmış “bankuu”yu da deneyip bolca “palmiye şarabı” tükettik. Patates kızartması yerine de buldukça “yam” sipariş ettik.
+233 Jazz Bar’da canlı müzik dinleyip, hemen yakınındaki Afrikiko’da muhteşem danslar izledik. Barın önünde, derme çatma bir dans pistinde önce Latin dansları yapan çiftler müzik değişince sıralanıp hep birlikte dans etmeye başladılar. Enerjik hareketleri ve sembolik jestleri ile karekterize dans figürleri, günlük yaşamları gibi cesur ve renkliydi.
Dönüşte valizimi ufak bidonlarda satılan sobololar, kakao meyveleri, mango ve plantainlerle doldurup, havaalanında aldığım saf shea yağından kremlerle eve döndüm.