Writer: Şenay Çarkçı
Date: 09/08/2022
Yağmurlu bir nisan öğleden sonra bir arkadaş ziyareti için koşar adımlarla otobüs durağına gitmiştim. İki yıl önce idi… Unutmuyorum…
Otobüsü beklerken gözüm durağın iç kısmına yapıştırılmış ilana takıldı.
“Yaşlı babama bakacak yatılı bayan arıyoruz” Bir de sol alt köşede telefon numarası vardı.
Neden olmasın dedim içimden, iki yıl olmuştu emekli olalı. Tuğçe de artık üniversitedeydi. Yetişemiyordum hayat pahalılığı, faturalar… Geçim derdi…İyi ki kira derdimiz yoktu. Babadan kalma Şişli’de küçük bahçe katı ev de olmasa, boşandıktan sonra nasıl yaşar, nasıl ayakta kalırdık bilemiyorum.
Tuğçe’nin babası biz ayrıldıktan hemen sonra sevgilisi ile evlenmiş, bir kez bile kızını arayıp sormamıştı. Canım kızım on yaşındaydı o zaman…
Hep anlayışlı ufku geniş bir çocuktu. O deli dolu kişiliğinin bir köşesinde olgun, ileri yaşlarda bir bilge vardı sanki. Şimdilerde bir kitapçıda yarım gün çalışıp hem ihtiyaçlarını karşılıyor hem de okuyordu.
Aramıza özlem girmişti…Kocaeli’nde okuyordu. Sık sık görüşsek de arada gelse de ev bomboştu. Kalbimin bir yanı nadasa kalmıştı sanki…
Durakta numarayı telefonuma kaydettim. O ara otobüs geldi eve geçince ararım diye not aldım kendime. Havanın kararmasına yakın eve döndüm. İlk iş ilandaki numarayı aradım…
Bir bey çıktı, hemen konuya girdik.
Burgaza’da yaşayan seksen üç yaşında yatalak olmayan babasına yardımcı bakıcı bayan aradıklarını söyledi. Sorumluluk sahibi, temiz, yemek yapabilen, ev işinden anlayan, yatılı kalacak. Şartlarını belirti.
Hatırı sayılır bir ücret veriyordu. Bana sorular sordu. Olumlu geçen bir telefon konuşmasından sonra sahibi olduğu reklam şirketinde buluşup yüz yüze görüştük. Kırklı yaşlarını geçmiş düzgün konuşan bir beydi.
Masada sanırım eşi ve iki çocukları olan bir aile fotoğrafı vardı.
İki gün sonra Burgazada’ya gitmek için vapurla yola çıktık. Oldum olası çok sevmişimdir adaları, o dar sokakları, bahçeli evleri, havası hep iyi gelmiştir bana.
Küçük bahçe içinde bir evdi. Bahçe biraz bakımsız olsa da aralarda açan arsız papatyalar ve adını bilmediğim pembe çiçekler baharı müjdeliyordu kış yorgunluğuma.
Doğan Beyle tanıştık. Beyaz, azalmış saçları, gözlüklerle olduğundan iri görünen gözleri, titreyen elleri vardı. Yürürken hafif denge sorunu yaşıyordu.
Konuştuk. Oğlu şeker ve tansiyon hastası olduğundan, bazı başka detaylardan, iki kardeş olduklarından, ablasının yurt dışında olduğundan, annesinin üç sene önce vefat ettiğinden bahsetti. İki amcası da adada yaşıyormuş, en büyükleri babası imiş. Doğma büyüme burada yaşamış aile büyükleri. Bir süre adadaki akrabalar göz kulak olmuşlar babalarına.
İlk günler yadırgasam da sonraları alışmıştım… Doğan Bey sakin, pek konuşmayan biriydi. Ben yemek ve ilaç saatlerini takip ediyor arada ev işleri ile meşgul oluyordum. Akşamları bazen biraz düzenleyip yeni çiçekler ektiğim bahçede sohbet ediyorduk Doğan Beyle.
Eşinden, çocuklardan, adadan bahsederdi. Arada akrabalar, yeğenler gelirdi.
Belki de kontrol amaçlı idi bilemiyorum. İyi insanlardı.
İki ayı geçmişti. Arada bir eski resimleri masanın üzerine dizer onlara bakıp ağlardı.
Doğan Bey “Üzmeyin kendinizi hastasınız” desem de nafile…
Naftalin kokusunun duvarlara işlediği evde o kadar çok anı ve özlem vardı ki anlayabiliyordum.
Yurt dışındaki kızı ile arada konuşur, konuşurken göz yaşlarını tutamazdı.
Oğlu da haftada bir ya uğrar ya uğramazdı. Bir keresinde oğlu ile konuşmalarına şahit olmuştum. “Baba sen hep kendin için yaşadın” diyordu… “Ben ne yapabilirim bizimle yaşayamazsın Hale de ben de çalışıyoruz. Niye yakınıp duruyorsun? Sen genç iken biz senin yüzüne hasrettik. Kahveden sabaha karşı gelirdin. Anneme bir gün yüzü göstermedin. Kadın adada ayağını suya bile sokamazdı ömrü mutfakta, bahçede geçti… Bize gelince ablamın da benim de seninle ilgili güzel bir anımız bile yok sayılır. Ben kazandığım burslarla, ablam da yurt dışındaki uzak akrabalar sayesinde kaçtık bu evden… Annem kaldı. Bu da bizim içimizde yara… Baba sen hep bencildin. Biz yine de sana sahip çıkıyoruz daha ne bekliyorsun…”
Ben istemeden birkaç defa bu konuşmaları mutfaktan ya da yan odadan duymuştum.
Doğan Bey hep dalgın hep ıslak gözlerle bakıyordu… Eşinin resmini eline alıp seyrediyordu adeta. Çay sohbetlerinde, zamanın ne çabuk geçtiğinden iyi bir baba ve eş olduğundan, onlar için çalışıp didindiğinden bahsederdi.
Ben onu sevmiştim. Yaşasa babam da bu yaşta olurdu. Babamı yaşıyordum onda. Fakat oğlu Serdar Beyin söyledikleri ve akrabaların şaka yollu imalarından çıkardığım kadarı ile çok da iyi bir insan olmadığını anlıyordum geçmişte. Fakat ben onu pişmanlıkların zirvesinde, çaresizliğin dibinde tanımıştım. Şimdiki iyiliği, sakinliği arada o tatlı gülümsemeleri güçsüzlükten, yaşlanmış olmaktandı.
Beyhude bir yakınıştı onunki…
Beyhude geçen zamana ağlamaktı…
Ve beyhude bir bekleyişti onunki…
Benimki belki de sevgiden ziyade onun bu pişmanlığını anlamaktı.
Geçmiş geçmişte kalmalı artık bana göre yoksa hayat çok ağırlaşıyor.
Ve o yük bizim omuzlarımıza yerleşip kalıyor…
Tabi ki neler yaşandığını tam olarak bilemiyorum. Fakat Doğan Beyin her gün nasıl öldüğünü görüyorum… Ve üzülüyorum…
Tatillerde Tuğçe de geliyor, yanımda kalıyordu. Adayı çok sevmişti.
Doğan bey çok sevmişti onu dede torun gibi yürüyüşlere çıkıyor arkadaşlık ediyorlardı. Kendi torunları hiç gelmezdi…
Bir aile gibi olmuştuk.
İki ayrı insandı bana göre Doğan Bey; geçmişteki ve şimdiki…
İki yıl olmuştu olmamıştı, soğuk bir şubat sabahı uyandım. Mutfağa girip kahvaltı hazırlamaya koyulmuştum. Arada mutfak penceresinden bahçedeki küçük çam ağacının dallarındaki beyaz karları görmüştüm. İçimde bir sevinç tatlı bir telaş; kar yağıyordu. Senenin ilk karı. Sabırsızlıkla Doğan beye seslendim
“Kahvatı hazır…Doğan Bey kalkın kar yağıyor ne güzel bir sabah…”
Ses gelmeyince odaya girdim bir daha seslendim… Nafile ne ses ne soluk…
Ben bir panik sokağa attım kendimi. Yüzüme vuran kar taneleri ateşe düşmüşçesine eriyordu. O soğukta yanıyordum sanki. Evet o sabah yola çıkmıştı Doğan Bey ya da yolculuğunu tamamlamıştı bilemiyorum bunu bir tek o bilebilirdi…
Beyhude bir pişmanlıktı onunki, geçen geçmişti artık. Belki de bu kısa zaman süresinde ikimizin de yaşaması gereken bir döngüydü bu yaşadıklarımız.
İki yıl gibi kısa bir süre de olsa ben onda küçük yaşta kaybettiğim babamı o da bu zor çetin zamanlarda bir çocuğunu bulmuştu bende.
Beyhude pişmanlıklar…
Toprakta can bulup filizlenebilir belki de…
Geçmiş ne kadar zor ve acı olsa da.
Kim bilir o belki de sonrasında daha çok ölüyordur sizden.