Ben beyaz. Sarının kardeşi…
Size yuva bulma hikayemizi anlatacağım. Aslında yuva bulmak yerine yuva kurmak da diyebiliriz.
Biz dört kardeştik. Annemiz bir sokak tekiri. Biz doğduktan sonra kısırlaştırılmış ve çok güzel bir yuva bulmuş.
Biz de yuva bulacakmışız, korkmamalıymışız… Doktor abla öyle diyordu.
Bir gün, hiç unutmuyorum yağmur yağıyordu bardaktan boşanırcasına. Doktor abla geldi, “Bugün sizin için gelecekler, hadi bakalım. Umuyorum ki çok güzel yuvalarınız olacak.” dedi. Süslü tasmalar taktı, sevdi, öptü bizi tek tek.
Sonra birileri geldi bizi görmeye. Bir kadın ve bir erkek aynı anda kapıdan içeri koşarak girdiklerinde sırılsıklam ıslanmışlardı yağmurdan dolayı. Yanımıza yaklaştılar.
-Ay hepsi çok güzel. Ben sarı olanı istiyorum. Bal gibi…
-O zaman ben de beyazı alayım. Kaymak gibi…
-Harika Bal-Kaymak kardeşler.
Evet, tam da böyle bir konuşmaya şahit olduk.
Daha ne olduğunu anlamadan ben Eren, sarı kardeşim de Ceren ile birlikte yuvalarımıza gitmek üzere yola çıktık.
Eren evde bana bir oda hazırlamıştı. Oyuncaklar, tırmalama tahtaları, daha nelerneler… Gündüzleri hep yalnız kalıyordum. Akşam olup Eren eve geldiğinde de kucağından inmiyordum. Kardeşlerimi çok özlemiştim. En çok da sarı olanı. Ben hep ona sarılıp uyurdum.
Bir akşam Eren’in konuştuğunu duydum. Bana mı bir şey söylüyor diye suratına baktım. Ama yok bana demiyordu.
-Doktor Hanım, bu Kaymak çok durgun. Nesi var acaba? Yarın bir gelsem size de baksanız olur mu?
Sabah olunca beni taşıma çantasına koyduğu gibi soluğu doktor ablanın yanında aldı Eren. İçeride tanıdık bir koku vardı. “Sarı kardeşiiiiimmmm” diye bağırdım. Kardeşimin kokusunu tanımıştım. O da beni duyar duymaz “ Beyaz kardeşim, ah beyaz kardeşim. Seni çok özledim” dedi ağlamaklı bir sesle. Yan yana kutuların içindeydik. Ellerimizi dışarı uzatarak birbirimize dokunmaya çalıştık.
Meğer kardeşimin aşı günü gelmiş, onun için oradaymışlar. Doktor abla beni muayene etti. Aslında ben anlatmaya çalıştım, hiçbir şeyim yok benim, sadece canım çok sıkılıyor bir de sarı kardeşimi çok özledim diye. Ama dinleyen kim?
O günden sonra Eren’i sık sık Ceren’le konuşurken duyar oldum.
-Ceren Kaymak’la Bal birbirlerini görmeyeli çok oldu. Onları bir araya getirelim mi bir gün?
-Ceren, Kaymak’a bir oyuncak aldım görsen çok güzel. Yarın Bal’ı bize getirsene beraber oynasınlar?
-Ceren, bu Kaymak mutfak tezgahına çok çıkıyor. Bal da öyle mi?
-Ceren, Bal’a bir oyuncak aldım. Görünce bayılacak.
-Ceren, galiba Kaymak seni özledi…
Çok geçmeden, Ceren ve sarı kardeşim bizim eve taşındılar. Artık çok mutluydum. Sarı kardeşimle yine bir araya gelmiştik. Sarmaş dolaş uyuyor, oyunlar oynuyorduk. Bizi Bal ve Kaymak diye çağırmalarına da alıştık. Artık benim Bal kardeşim, onun da Kaymak kardeşi vardı.
Ceren ve Eren evlendiler biliyor musunuz? Hem de nikahta şeker yerine kedi maması dağıttılar davetlilere. Şöyle de bir not vardı mama paketlerinde:
“Bizim birlikte olmamıza vesile olan minik dostlarımız için bu mamaları aldık. Siz de sokakta gördüğünüz kedilere bu mamaları vererek bizim adımıza onlara teşekkür edebilirsiniz.”
Ya işte böyle…
Hem yuva bulduk hem de yuva kurduk…
Diğer iki kardeşimiz de yuva bulmuşlar. Ama ayrı ayrı… Yani onlar yuva kurduramamışlar. Eh, herkes bizim kadar becerikli değil tabi.
Ne demişler?
Yuvayı yavru kedi yapar.
Hoş işin buraya varacağı, daha bizi ilk gördüklerinde verdikleri isimlerden de belli değil miydi?
Bal – Kaymak
Siz de evinizde sokaktaki kardeşlerimiz için yer açar mısınız? Belli mi olur belki sizin kısmetiniz de bir minik kedi ile birlikte gelir.
Satın almayın, sahiplenin olur mu?