“Eşim, beni terk etmişti ve çocuklarımla bir başıma kalmıştım. Hiçbir şeyim yoktu. Her şeyimi yitirmiştim; ne yapacağımı bilmiyordum ve yaşamaya devam etmek dışında bir çarem yoktu. Çocuklarıma yemek yapacak ne erzağım ne de bunları temin edecek param kalmıştı. Konu komşunun, akrabanın verdiği yiyecek ve ufak paralarla bir süre idare ettik. Bu yardımların da bir süre sonra kesileceğini biliyordum. İş bulmam gerekiyordu. Ufak ufak işlerde çalışmaya başlamıştım ve ancak karnımızı doyurabiliyorduk. Çok aradım ve en sonunda; bana ve çocuklarımın haline acıyan bir tanıdığımın aracılığıyla, bir fabrikada iş buldum. Zar zor büyüttüm çocuklarımı, sonunda. Okudular, işe yerleştiler. Ben de uzun bir süre çalıştıktan sonra emekli oldum. Çocuklarla birlikte aldığımız ikinci evi, onlar evlenince kiraya verdim. Şimdi çok iyiyiz, rahatız ama çok da çektik ” dedi. Ben en sonundaki “çok çektik” cümlesine takılmak istemedim hatta duymamazlıktan geldim. “Emine abla, çok güzel bir mücadele bu. Yaşamını az çok biliyordum, ama bütün bunları senden dinlemek ve geldiğin bu sonucu görmek çok güzel, gurur duydum. Çok güzel bir mücadele vermişsin. Hem kendini hem çocuklarını kurtarmışsın ve bütün bunları emeğinle, kendi gücünle yapmışsın” dedim ama o bunlardan etkilenmedi. “Ben çok çektim. O annem var ya o annem bana hiç destek olmadı. Sanki ben evlenince artık onun kızı olmadım. Hiç beni önemsemedi. Kardeşlerimin de umurunda değildim ” deyip geçmişi, ailesiyle yaşadıklarını ve nasıl kendisine haksızlık yapıldığını anlatıp durdu. Adeta o anları tekrar yaşıyordu. Geçmiştekileri unut, geleceğine bak şeklindeki sözlerimden hiç etkilenmiyordu. Bu şekilde, genelde, tek başına kalıp, hayat mücadelesi verip, başarıyla sonuçlandıran kişilerin, özellikle kadınların hikayelerini dinlediğimde onlarla gurur duyup, bundan sonrası için onlardan güzel şeyler duymak istediğimde ise hayal kırıklığına uğruyordum. Çünkü ulaştıkları rahat evrelerinde, bunu doyasıya yaşayamıyorlar; geçmişe takılı kalıp ne kendilerini ne de çevresindekilerini affedebiliyorlardı. Belki de bu yüzden, beni en çok etkileyenlerden biri, Suphi Bey’in hikayesi oldu.
Sergiyi gezdiğimde, izlediğim resimlere uzun süre bakakalıyordum. Genelde gezdiğim resim sergilerini, yapıldığı teknik ve anlatımıyla beğensem de beni çok etkilemiyorlardı. Bu sefer farklıydı; bir hissi vardı ve her izlediğim resim, beni içten içe etkiliyordu. Renklerdeki ustalık, resmin hissini duygu olarak çok güzel yansıtıyordu. Nedeni bilmediğim bir şekilde etkilendiğim bu resimleri yapan ressamı gözüm aradı. İlk gün olması sebebiyle her resmin önünde kalabalık gruplar ve kameralar vardı. Yanıma ilk yaklaşan güler yüzlü yaşlıca bir adama ressamı sordum. ” Benim ” dedi. ” Suphi Bey siz misiniz, bu resimleri yapan Suphi Bey! ” diye sorunca; sevecen, şefkatli bir gülümsemeyle ” Evet ” dedi. Teknik anlamda, çizimleri, renkleri ve bu derinliği yakalayan kişiyi entel, alışılagelmiş ressam imajlı beklerken; şefkatli, yolda görsem amca diyeceğim biriyle karşılaşınca epeyce şaşırmıştım. Ön yargımdan utanarak; yaşadığım şaşkınlığımı üzerimden atarak hızlı hızlı resimleri göstererek ne kadar beğendiğimi ve etkilendiğimi anlattım. Hatta şimdiye kadar en etkilendiğim resim sergisi olduğunu söyledim. Bu sözleri duyunca çok hoşuna gitti; yüzündeki gülümsemesi daha da arttı. Daha sonraki günlerde, arkadaşlarımı sergiye götürüp ne kadar güzel ne kadar etkileyici olduğunu anlatıyordum. Aslında hiç eğitim almadığını ve resim yapmayı çok sevdiğini daha o anlatmadan ben anlatıyordum çevredekilere. Ve bir gün onu ziyarete gittiğimde, benim bunu öğrenmeyi istediğimi anladığı için hayat hikayesini anlattı: “Ben resimleri severdim ama resim yapmakla ilgili bir alakam, çabam yoktu. Emekli oldum. Tüm emekli ikramiyemi ve birikimimi bir fırın işletmesine yatırdım. O çok istediğim fırını açmıştım sonunda. Her şey çok güzel gidiyordu… Amacım, emeklilik sonrası hem uğraşı bulduğum hem de para kazanacağım bir işyerim ve bundan sonra eşimle gül gibi geçinebileceğim bir hayatım olsun istedim… Bir gece fırınım yandı ve hiçbir şey kalmadı… Her şey yandı, bitti, kül oldu… Hatta, borçlanmıştım bile. O duyguyu ne ben anlatırım ne de siz anlayabilirsiniz. Yaşayan bilir. O duygudan, yaşadıklarımın etkisinden çıkamıyordum. Ne yapacağımı da bilmiyordum. Bir gece, sıkıntı ve buhran doluyken, resim yapmaya başladım. Resim yaptıkça o ağır duygularımdan kurtulmaya başladım. Hafifledim. İçim açıldı. Günlerce resim yaptım. Resim yaptıkça kendime geldim. Ogün bugündür resim yapıyorum. Hem resim yapmayı çok seviyorum hem de şimdi, bu resimlerden para kazanıyorum. Çok şükür, çok iyiyim şimdi…”
İleriye yönelik umutlu, mutlu bakışlar olunca anlatılanların sonunda, yüreğim genişliyor. Bir yerlerde sonu mutlu biten bir film izliyorum ya da küçüklüğümüzdeki Kemalettin Tuğcu’nun romanlarındaki son gibi, mutlu kapatıyorum kitapları…
Biliyordum ki, her mücadele sonunda mutlu yenecek bir meyvesini verecektir…