Ebru Z. Erensoy / Yazar
Röportaj: Sevil Balaban / sevil.balaban@nyxmag.com
Üst düzey yöneticilikten edebiyata uzanan sıra dışı yolculuğu, mitoloji ve tarihi harmanlayan cesur romanı Kanlı Ay ile birleşince, ortaya hem ilham verici hem de merak uyandırıcı bir hikâye çıkıyor.
Biz de NYXmag okurları için onunla hayallerin, dönüşümlerin ve kadınların kendi sesini bulmasının peşine düştük.
Uzun yıllar üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra edebiyata yöneldiniz. Hayatınızda böyle köklü bir değişim yapmaya sizi ne itti?
Yazmaya başlamak aslında bir anda olan bir şey değil. Yıllar boyu içinizde taşıdığınız bir gün mutlaka yapmak zorunda hissettiğiniz bir sorumluluk gibi. Yıllarca deneyimledikleriniz ve kendi kişisel yolculuğunuz bir noktada size “Hadi artık” diyor. Bende uzunca bir süre kendi gelişimimi tamamlamayı bekledim belki de. Zamanı geldiğinde de köklü bir değişim olarak değil de asıl olması gerekeni yaparken buldum kendimi.
İlk romanınız Kanlı Ay, tarih ve mitolojiyi güçlü kadın karakterlerle buluşturuyor. Bu hikâyeyi yazarken sizin için en özel olan duygu neydi?
Kanlı Ay’ı yazarken hissettiğim en özel his, aslında kendi iç sesimi bulmaktı diyebilirim. Hayatta bunaldığım zamanlarda kendime hep aynı telkini veririm ‘ Şu anda bir rüyadayım ve her şey bir süre sonra son bulacak.’ Bu düşünce beni hem koruyor hem de yeniden odaklanmamı sağlıyor.
Fakat birçok insanın bu farkındalığı yaşamakta zorlandığını gözlemliyorum. Zamanın ve zorlukların arasında kaybolup yalnızlaşıyorlar bir de bakıyorlar ki en parlak, en verimli yılları geride kalmış…
Kanlı Ay’da, tam da bu hissi yaşayan bir kadının hikayesini anlattım. Kendi yüklerinin altında ezilirken, daha ağır bir dönemin şartlarıyla yüzleşmek zorunda kalan bir kadının…
Evren ona defalarca işaretler yollasa da, eğitilmiş zihninin kalıplarından çıkamadığı için bunları göremiyor. Ama hikayenin ilerleyen bölümlerinde, en büyük gücün zaten içinde olduğunu fark ediyor. Bence bu fark ediş, her kadının kendi iç mitolojisini keşfetmesi ile eş değer. Yani her birey, kendi mitini, içsel sembollerini, korkularını, dönüşüm hikayesini yaşar.
Kariyer değiştirmek çoğu zaman riskli olabiliyor. Siz bu süreçte en çok hangi duygularla mücadele ettiniz?
Kariyerimi değiştirirken en çok korktuğum şey konfor alanımdan çıkacak olmamdı. Bizim kuşak, güvenliği mutluluğun önüne koyarak yetiştirildi. Uzun yıllar yazmak benim gizli limanımdı ama o limandan çıkıp, hikayelerimi paylaşmak için zaman gerekti. Çünkü en büyük cesaretin kendi mutluluğunu ciddiye almak olduğunu biraz geç öğrendim.
Romanınızda kader, hafıza ve zaman gibi temalara değiniyorsunuz. Bu kavramlar sizin kendi hayatınızı nasıl şekillendirdi?
Ben kaderi, bize bahşedilen koşullarla yüzleşirken seçimlerimizle yönünü değiştirebildiğimiz bir kavram olarak görüyorum. Doğduğumuz gün ve öleceğimiz gün dışında her şey bizim elimizde.
Zonguldak’ta doğdum. Birçok arkadaşım orada huzurlu bir hayat sürüyor ama ben başka bir yola yöneldim. Amerika’ya gitmek istedim; bunun için para biriktirdim, çalıştım ve başardım. Döndüğümde elimde hiç bir şey kalmamıştı ama yeniden başladım. Daha çok çalıştım, hayatımı kurdum, bu arada ilgi alanımı destekleyecek bir bölüm daha okudum. Şimdi hayalimi gerçekleştiriyorum. Ama bunun için de çok çalıştım.
Bu yolculukta yaşadıklarım, kayıplarım… Hepsi beni ben yaptı. Bu gün olduğum kişi, geçen zamanın içinde biriktirdiğim hatıralarımın bir toplamı. Onlara minnettarım. Çünkü geçmişim, benim hafızamdaki en gerçek zaman.
İçsel dönüşüm yolculuğunuzda size en çok güç veren şey ne oldu?
Bana en çok güç veren kişi annemdi. Onun şiir defterini okuyarak büyüdüm. Her defasında o defteri eline alışında gözlerinde bir ışık belirirdi. Fakat zamanın koşulları ve kendi bakış açısı, hayatın içinde kaybolmasına neden oldu; bir süre sonra o defteri eline alamaz olmasına neden oldu. Hayalinden vazgeçti; bu da onun seçimiydi. Ben, kendi yolumda bunu değiştirmek istedim. Annem hep yanımdaydı; hayatıma giren insanlar da her koşul altında mutluluğu arayan kişiler oldu. Onlara müteşekkirim.
Osmanlı tarihini Kelt mitolojisiyle harmanlamak çok farklı bir bakış açısı. Bu iki dünyayı bir araya getirme fikri nereden doğdu?
Ben yazarken tek bir kaynaktan beslenmem, farklı kültürlerin, mitlerin sembollerin kesiştiği alanlarda dolaşmayı seviyorum. Kanlı Ay adını seçtiğimde, Kelt mitolojisindeki anlamı; tanrıların uyarısı ya da ilahi bir mesaj hikayemin ruhuyla örtüşüyordu. Ardından Türk mitolojisinden semboller de metnin dokusuna kendiliğinden karıştı.
Tarihi seviyorum ama en çok da tarihin içine saklanmış pek duyulmamış hikayelere hayranım. Bir müzeyi sanat tarihçi bir rehberle gezmek bambaşka kapıları aralıyor, mutlaka denemelisiniz.
Osmanlı’nın sessiz tarihini, mitolojiyle buluşturmanın aslında bir köprü olabileceğini fark ettim. İnsanın kendi mitini, içsel sembollerini ve dönüşüm hikayesini farklı bir anlatımla keşfetme köprüsü…
Bir moda dergisi olarak okurlarımız için soralım: Sizce yazarlığın da bir “stili” var mı? Sizi yansıtan kelimeler hangileri olurdu?
Yazarlığın bir stili olduğuna inanıyorum, çünkü her yazar, diliyle kendi dünyasını kurar. Benim stilim, gizemle duygunun birleştiği bir yerde duruyor. Tarihi arka planı kurarken sembolleri önemsiyorum. Kullanılan detaylar, buna ikinci kitabımdan örnek vereyim; mimoza ağacı, hançer, kayıp günlük sayfaları… Karakterin iç dünyasını da açığa çıkartıyor. Benim için stil, okuru sadece olayların peşinden değil, kalbin sırlarının peşinden de sürüklemek demek.