Film müziği dendiğinde, akla gelen ilk isim olan Ennio Morricone, 6 Temmuz günü, 91 yaşında aramızdan ayrıldı. Müzikleriyle, filmlere onun kadar ruh, duygu, heyecan, gerilim katan bir başkası daha olmadı şimdiye kadar.
Morricone, hayatı boyunca 400’den fazla film için müzik besteledi, 100’den fazla da klasik müzik eseri bıraktı geriye… Müzik hayatına çok genç yaşlarda, 1940’lı yıllarda, bir jazz band’de trompet çalarak başladı. 1950’lerde artık bireysel çalışmaya ve film müzikleri bestelemeye başladı. 1960’ların ortalarına kadar çok fazla sayıda İtalyan film müziğine imzasını attı. Fakat uluslararası piyasaya ilk çıkışı, 1964 yılında ünlü spagetti western film yönetmeni Sergio Leone’nin Bir Avuç Dolar filmi için yaptığı müzikle oldu… Bu film ve müzik o kadar çok beğenildi ki, hemen arkasından birkaç yıl içinde Leone ile İyi, Kötü ve Çirkin, Birkaç Dolar İçin, Bir Zamanlar Batı’da gibi, hepsi birbirinden stilize spagetti western filmine unutulmaz müzikler besteledi. Bunlar, film müziği tarihinde gerçekten çığır açan çalışmalar oldu (Bu arada not: Youtube’da Danish National Symphony Orchestra kayıtlarını ararsanız, bunlar da dahil, müthiş film müziklerinin müthiş yorumlarını bulabilirsiniz).
Bunların arkasından Holywood yılları da dahil, çok verimli yıllar başladı… Sicilya Çetesi ve Profesyonel gibi Fransız Kara Filmleri, Mission, 1900, Cennet Sineması, Cezayir Savaşı, Malena, The Untouchables, Exorcist 2 ve Leone’nin belki de kahrından ölmesine sebep olan, Bir Zamanlar Amerika’da (4 saat süren orijinal film, Amerikan piyasasına girerken filmdeki flashback’lerin düzgün bir kronolojik sıraya sokulmasından, bir saate yakın kısaltıldığı için müziklerin çıkarılmasına kadar, filme yapılabilecek tüm kötülükler yapıldı, film Amerika’da tabii ki hiç beğenilmedi ve adamcağız gerçekten kahrından öldü…) Tüm bu filmlerin izleyici tarafından bu kadar çok beğenilmesinde en az yönetmeni kadar rol oynayan bir müzik dehasıydı Morricone…
Hayatı boyunca 6 kez Oscar’a aday olmasına rağmen ödülü alamamıştı… Nihayet çıfıt çarşısı ve hazine sandığı uzmanı yönetmen Tarantino, 2016 yılında yaptığı Hateful Eight filminin müziklerini Morricone’ye emanet etti… ve o da, bu filme yaptığı müziklerle 86 yaşında Müzik Oscar’ını nihayet aldı… Almasa n’olurdu ki… O Morricone zaten, Oscar alması onu değil Akademi’yi onurlandırmıştır…
Bizlere o güzelim müzikleri, o güzelim duyguları, hisleri bıraktığı için kendisini ayakta alkışlayalım ve güle güle diyelim, sevgiyle…
Gülten Akın İçin
Türk şiirinde bir Gülten Akın olgusu vardır. Bizler onu 23 yaşındayken yazdığı ve Sezen Aksu’nun bestelediği Deli Kızın Türküsü ile biliyoruz belki daha çok, ‘…yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden’ diye haykıran… Veya ‘Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya’ diyen inceliklerin şairi olarak…
Gülten Akın, Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, beş çocuğunun babası, sevgili eşi Yaşar Cankoçak’ın kaymakamlık görevi nedeniyle Anadolu’nun çok çeşitli yörelerinde bulundu, yaşadı, halkla kaynaştı… Yerel kültürleri içselleştirdi, efsaneleri, söylenceleri biriktirdi…
İkinci Yeni şiirine göz kırpan gençlik şiir anlayışını, Anadolu kültürünü ve bilgeliğini, toplumcu gerçekçi siyasi görüşünü, anneliğiyle, kadın duyarlılığıyla bir potaya koydu, eritti, damıttı ve ortaya inanılmaz lezzetli bir şiir çıkardı. Sürekli kendini yenileyen, çok derinlikli, çok katmanlı ve çok vakur bir şiir… Tıpkı hem kendinin, hem oğlunun hapisliğinde olduğu gibi… Tıpkı hem Erdal Eren’in, hem Metin Göktepe’nin annesi, tüm ezilenlerin, mağdurların annesi olduğu gibi… ‘Anneler olmasa kim kimi severdi’ diyen bir şair/ anneydi Gülten Akın…
Okumaya, anlamaya, çözmeye, çeşitlemeye ve hayatın içinde pratik etmeye doyamadığım şu dizeler, benim hayata bakışımı pekiştirmiştir. Kocaman bir ‘kişisel gelişim’ kitabında tekrar tekrar yazılan cümlelerin özünü kocaman bir bilgelikle özetleyen bu dört dizenin yaratıcısı Gülten Anam’a en derin sevgi ve saygılarımla…
Yaşamın özünden derlememişsek
Sözcükleri söze çeviren balı
Dala bakmak suyun izini sürmek değilse
Dünya düş, yalandır ömrümüz.