Gamze Ateş / My Beachy Side Markası Kurucusu Girişimci ve Tasarımcı
Röportaj: Burçin Yaşar Üner / burcin.uner@nyxdergi.com
Gamze Ateş ile Diyarbakır, İstanbul, Amerika hattındaki girişimcilik ve tasarım serüvenini konuştuk. İlham veren hikayesini kendisinden dinliyoruz.
1989 yılında yüksek lisansımı yapmak için Amerika’ya geldim ve sonrasında da biraz kalıp iş deneyimi edinmek istedim. Bir taşıma şirketinde 4 yıl çalıştıktan sonra kendi taşıma şirketimi kurdum. Daha sonra kurduğum taşıma şirketini DHL’e sattım ve ben de 12 yıl onlarla çalıştım. Bu çalışmaların sonunda da baktım ki çok geziyorum, çok seyahat ediyorum çok güzel şeyler de yaşadım kendimce bir iş kadını olarak, sektör değiştirmek istedim ve Wall Street’e geçtim. Büyük bir yatırımcının yanında 2 sene Ortadoğu pazarını geliştirmek için çalıştım. Daha sonra annelikle beraber maddi bütün tatminleri yaşadığımı farkedip biraz daha ruhani şeylere yönelmeye karar verdim.
Uzun süre Türkiye’den ayrı yaşayınca insan biraz kökünü arıyor. Türkiye’de ne yapabilirim diye düşündüm. Türkiye’deki SGK’lara yardım etme köprüsü kuran bir vakıf olan Turkish Philanthropy Funds’da yönetim kuruluna girdim. Bu vesileyle Türkiye’deki SGK’lara da çok gidip gelmeye başladım. Doğu Anadolu’da Diyarbakır’a gittiğimde maddi yardımların önemli olduğunu ama asıl manevi destek sağlanması gerektiğini gördüm. Bu bölgede yaşayan çok yetenekli kadınlar var. Çocuklar, ev işleri derken dışarda bir yerde çalışma olanağına sahip olamayan becerikli kadınlar. Bu kadınlara ev ekonomilerine katkıda bulunmaları için nasıl destek olabiliriz, bu sorunu nasıl çözebiliriz diye düşündüm. Bu arada ben modayı hep sevdim. Moda dünyasından arkadaşlarım da var, hep içli dışlıydık. Ama bizim zamanımızda modacı olmak çok hayatımızı kurtarıp para kazanabileceğimiz bir meslek değildi. Hep bir mühendis olmak, doktor olmak, iş kadını olmak önemliydi. Ama demek ki bu benim bir şekilde içimde kalmış. Aslında Doğu Anadolu’ya gidip görmem çok güzel iki şeyi birleştirdi.
Hem yaratıcı bir şeyler yapmak istiyordum, hem de kadınlara yardım etmek istiyordum. Ben burda bir marka yaratsam ve ürünler de el örgüsü olsa diye düşündüm. Çünkü burdaki kadınlar aslında çok yetenekli. İlk önce barefoot sandals dediğimiz sahilde ayaklara giyilen şeylerle başladık. Çünkü her yerde olmayan değişik bir şey yapıp dikkat çekmek istedik. 2 sene sonra da elbise, çanta eklemeye başladık. Daha sonra ben Amerika’da edinmiş olduğum networkümü de kullanarak markayı biryerlere getirmeyi başardım. Sonrasında en lüks markaların satıldığı online platform olan Matches Fashion’ın satın almacısı bizi keşfetti. Ben zaten markayı bilerek niş olsun, luxury olsun diyerek St. Barths’ta başlatmıştım. Matches Fashion’da da yer almamızla beraber insanlar tamam bu marka iyi dediler. Ve şu an 500’den fazla kadın çalışanımızla üretmeye devam ediyoruz. Diyarbakır’da ve İstanbul’da birer ofisimiz var. Ve daha da büyümek istiyoruz. Benim amacım ulaşabildiğim kadar çok kadına iş imkanı sağlamak. Bu markanın misyonu bu. Ben bir modacı değilim ve modacı egom da yok. Önemsediğim tek şey çok daha fazla kadının hayatına dokunabilmek.
El emeği ile plaj ürünleri üretme fikri nasıl doğdu?
Aslında bu markaların son zamanlarda ön plana çıkarmaya çalıştıkları “sustainability” yani sürdürülebilirlik denilen şey benim son 10 yıldır aklımda olan bir şeydi. El örgüsü ise karbon ayak izi en az olan, en temiz üretim şekli. Çünkü makine kullanmıyoruz, elektrik kullanmıyoruz, atık madde çıkmıyor. Aynı zamanda yerel ekonomiyi canlandırıyoruz. İş imkanı sağladığımız kadınlar günlük işlerinin arasında zaman ayırıp, evlerinden çıkmalarına bile gerek kalmadan bizimle çalışabiliyorlar.
Modelleri siz mi tasarlıyorsunuz? Tasarım sürecinde nelerden ilham alıyorsunuz?
Evet hepsi benim, ben yapıyorum. Ama ben yapıyorum derken çizimlerini ben yapıyordum ama mesela ilk başta birleştirmeleri vs yapamıyordum, annem bana çok yardımcı oluyordu. Ondan sonra kadın gruplarım olunca tabii ki bunu böyle yapalım şunu şöyle yapalım gibi fikir alışverişleri de olmaya başladı. Artık öyle bir yere geldi ki kadınlarımız,bazen bana “Gamze Hanım siz bunu çok beğenirsiniz” diye model önerisiyle geliyorlar. Her fikre her öneriye çok açığız. Lojistik çalışanımıza bile bazen “Bak bakalım rengi nasıl olmuş” diye soruyoruz.
Tasarım yaparken de bu sene şu moda şunu yapalım demiyoruz. Tam tersi kimsenin yapmadıklarını yapıyoruz. Başkalarının yaptığını yapmamak üzerine iddialıyız. Otantik modelleri alıp modernize ediyoruz. Ve bunu yaparken kendimize sınır koymuyoruz.
Netflix’in sevilen dizisi Emily in Paris için koleksiyon hazırlama süreci nasıl oldu? Bu teklif sizi heyecanlandırdı mı?
Aslında bu dostluklar, arkadaşlıklar vesilesiyle oldu. Emily in Paris’in de Sex and the City’nin de yaratıcısı olan Darren Star benim çok yakın arkadaşım. Uzun yıllardır süren bir arkadaşlığımız var ama ben bu işi yapıyorum, o o işi yapıyor ve 1.sezon bitti bizim hiç böyle bir şey aklımıza gelmedi. Sonra 2. sezon St.Tropez’de başladı ve ben sahil kıyafetleri yapıyorum. Bir gün “Emily neden St.Tropez’de My Beachy Side giymesin?” olduk. Dizinin kostüm tasarımcısı Patricia Field’a 12-13 parça yolladık ve içlerinden birini seçti. 2. sezonun 8. bölümünde “Pop The Top” adını verdiğimiz örgü kıyafeti Emily’ye giydirdi. Bu bizim için tabii çok büyük bir gurur. 500 tane kadınımın el emeğini orda görmek inanılmaz. Sonrasında da Netflix bize “Emily in Paris” adıyla koleksiyon çıkarma hakkını verdi. Ve 80 parçalık bir koleksiyon oluşturup satışa çıkardık.
Üretim konusunda özellikle kadınlara istihdam sağlamak istediğinizi biliyoruz. Koleksiyonlarınızın üretim sürecinden de bahseder misiniz?
Doğu’da çalışma imkanı bulamayan kadınlara istihdam sağlamak bizim için çok önemliydi.
Onlar için her türlü koşulu sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin ofislerimizde kadınların çocuklarını da getirebileceği bir yer yaptık. Anneler orda modelleri öğrenirken çocukları diğer odada oyun oynayabiliyorlar. Kadınlar ofislerimize sadece modellerin workshopını almak için geliyor. Öğrendikten sonra evlerine gidip boş vakitlerinde örüyorlar ve gelip bizden parça başı ücretlerini alıyorlar. Dolayısıyla bir fabrikaya gelir gibi hergün gelip bizde çalışmıyorlar. Bazıları sadece akşamları çocuklarını uyuttuğu zaman yapabiliyor, bazıları daha fazla vakit ayırabiliyor.
Öyleyse kadınlar toplu olarak bir yerde çalışmadıklarına göre pandemi sizi çok etkilememiş olmalı diye düşünüyorum ama öyle mi oldu?
Maalesef her marka gibi biz de etkilendik. Hem satın almalar durduğu için, hem de hasta olan çok kadınımız oldu. Toplu halde çalışmıyor olsalar da, biliyorsunuz Doğu’da büyük aileler aynı çatı altında yaşıyor. O nedenle aile bireylerinden herhangi biri eve virüs getirebiliyor. Ama Allah’a şükür artık toparladık.
Koleksiyonlarınızı satın almak isteyenler nerelerde bulabilirler?
Bu sene ilk defa Vakko’ya giriyoruz. Dünyada el emeği olan ürünlere çok değer veriliyor. Gucci’lerin
Versace’lerin yanında asılan bir markayız. Tek tek elde üretilen ürünlerin Türkiye’de de değerinin anlaşılmaya başlaması sevindirici. Vakko ile güzel bir birlikteliğimiz olacağını düşünüyorum. Onun dışında St.Tropez’den Karayiplere Mikonos’a dünyanın heryerinde bizi bulabilirsiniz.
Son olarak yeni projeleriniz var mı?
Var tabii olmaz mı! Biliyorsunuz Emily in Paris’in 3. ve 4. sezonlarının çekileceği haberi geldi. Orda belki yine yer alma ihtimalimiz var. Ama biz daha çok şeye girmek istiyoruz, sahil kıyafetleri yapıyoruz ama sahil aslında bir yaşam biçimidir. Bunun evi var, dekorasyonu var. Bunu projelendirmeye de seneye başlayacağız. 2024’te büyük ihtimalle “beach life” olarak bir koleksiyon çıkarmayı planlıyoruz.