Writer: Şenay Çarkçı
Date: 23/12/2020
Gök gürültüsü ile birden irkildi.
Camın hemen önündeki çalışma masasında kahvesini içiyor, bir taraftan da yazdığı yazıları beğenmeyip eli ile buruşturup masanın hemen yanındaki çöp kavasına adeta fırlatır gibi atıyordu. Yağmur birden bastırmıştı, şimşeklerin geceyi aydınlatan ışıkları onu daha da geriyordu. Saat gece yarısına gelmişti. Ne zamandır kafasını toplayamıyor, bir kaç hikaye arasında gidip geliyor fakat yazdıkları içine hiç sinmiyordu. Beş yıl önce yayınlanmış olan kitabı çok ilgi görmüş, iyi bir tiraj yapmıştı. Fakat bunun haklı gururu ve sevinci kısa sürmüş, hayatındaki iniş çıkışlar yüzünden kısır ve biraz sıkıntılı bir dönem başlamış ve bu da uzun sürmüştü.
Fikir ayrılıkları ve çeşitli uyumsuzluklar yüzünden iki yıllık süren bir evliliği bitirmişti. Büyük bir aşkla başlayan bir ilişki nasıl bu hale gelmişti…
Kafasının içinde bu ve bunun gibi birçok soruya cevap ararken, bunu daha önce de çok defa yaptığını ve bir cevap bulamadığını anımsadı. Ve yarı açık, kırık beyaz dantel tülün ardındaki yağmuru izlemeye başladı. Bir ara saçı sakalı birbirine karışmış olan camdaki yansımasına ilişti gözü, bir yabancı ile karşılıklı oturuyormuş gibi hissetti.
Kaybolmuştu bir yerlerde. İçinde bir türlü uzlaşamayan iki kişilik bir kavga. Derin bir nefes alıp, biraz rahatlamak adına bir şiir kitabı okumak için duvardan duvara tik ağacından yapılmış olan eski kitaplığa doğru yürüdü.
Kararsızdı Cemal Süreyya mı, Atilla İlhan mı? Karar veremiyordu…Kitapları karıştırırken aradan bir kaç tanesi yere düşmüştü. Eğilip topladığı bir kaç kitabın arasından, küçük, sayfaca az bir öykü kitabı düştü önüne… Küçük Kara Balık…
Bir an öylece kaldı. Bu öykü kitabının bunca yıl kitaplıkta olduğuna hem şaşırdı hem de sevindi. İkinci sınıfa geçip okumayı çözdüğünde babası almıştı bu öyküyü ona. Son sayfaya da bir not düşmüştü. “Başka denizler ve yeni insanlar olsun hep rotan. Yılma ve korkma. Sev ve kendin ol. Baban”
Salondaki büyük kanepeye uzanıp yıllar önce bir kere okuduğu öyküyü tekrar okumaya başladı. Unutmuştu zaten. Annesi saklamış olmalı idi. O zarif, bir o kadar da çelik gibi güçlü annesi. Babası bir eğitimci idi annesi de devlet memuru.
Yağmur hızını azaltmış, saat epey geç olmuştu. Öyküyü bitirdi ve son sayfadaki babasının yazısını tekrar okudu. Yüreğinde bir sızı. Gözleri ıslandı. Çocuk aklı ile anlamlandıramadığı, hafızasının bir köşesinde acı dolu kalakalan o yıllara döndü birden.
O karanlık, o zulmün kol gezdiği zamanlara. Henüz sekiz yaşında idi. Neler olup bittiğini o zamanlar anlamasa da sokağa çıkma yasaklarını, haberleri, ölenleri ve zulümlerin konuşulduğunu duyuyordu.
Ve bir gece kapıyı kırarcasına çalan askerlerin evlerine girip, her yeri dağıttıkları, bir şeyler aradıkları ve bütün kitaplarıyla birlikte babasını da alıp götürdükleri gün gözlerinde asılı kalmıştı.
Annesine sorup duruyordu “Babam nereye gitti?” “Ne zaman gelecek?” “Onu neden aldılar?”
Annesi “ Biraz işleri var, endişelenecek bir şey yok. Baban bir kaç güne gelecek” demişti.
Bir hafta sonra gün kızıla döndüğünde geldi. Bir hayli bitkin ve harap bir halde, yüzünde şişlik, gözünde morlukla. Oğluna “Küçük bir kaza geçirdim” demişti. Bir kaç ay geçmemişti ki babasını ve bir kaç öğretmeni görev yaptıkları okuldan yaka paça alıp götürmüşlerdi. Annesi ile o gün gittikleri karakolda onu ancak uzaktan görebildiler. Bu onu son görüşleri olmuştu. Bir yıl sonra hastalanıp öldüğü haberini almışlardı.
Biraz daha büyümüştü olup bitenleri az da olsa anlayabiliyordu. Özlemi, acısı, o çocuk yüreğini dağlıyor, hırçın sorular soruyor, asileşiyordu.
Bir keresinde annesine “Babam bunu hak edecek ne yapmış olabilir? Sevilen, iyi yürekli, yardım sever biriydi. Bu haksızlık” diye bağırıp çağırıp, masadaki defter ve kitapları sağa sola saçmıştı.
Annesi titreyen bir ses tonu ile “Sana şimdi anlatsam da anlamazsın… Evet, baban iyi biriydi… Bazen iyi olup, iyi şeyler istemek, birilerinin istemediği şeyler olabilir… İlerde ne demek istediğimi anlayacaksın” demişti.
Geçen yıl annesini kanserden kaybettikten sonra onun evine, çocukluğunun geçtiği bu eve yerleşmişti. Her köşesi anı… Ve bir kaç değişiklik dışında her şey hala eskisi gibiydi.
Küçük Kara Balık kitabının yeni gibi kalmasına şaşırmamak lazımdı. Perdenin arasından gözüne vuran güneşin parıltısından uyandı. Kanepede uyuya kalmıştı. Göğsünün üzerinde babasının hediye ettiği öykü kitabı.
Kalktı, camları açtı hala toprak kokan havayı içine ilk defa nefes alıyormuşçasına derin derin çekti. Mutfağa girip çay koydu.
Sonra çalışma masasına oturdu. Kemik rengi çerçeveli gözlüklerini taktı ve yazmaya başladı.
…….Gök gürültüsü ile birden irkildi.
Camın hemen önündeki çalışma masasında kahvesini içiyor…….
O karanlık günlere ışık tutmak gerekti…