Çok kalabalık bir sitenin bahçesinde yaşıyordum kardeşlerimle beraber. Çok kardeşim vardı. Öz kardeşler, süt kardeşler… Birkaç anne kedi ve birçok bebek kedi. Siz hayal edin curcunayı.
Bizimle ilgilenen Elif Teyze bir telaşla “Kış geliyor, bunlara sığınacakları yerler yapmalıyım” diye telaşlanıyordu. Bina diplerine, korunaklı yerlere kutular yerleştiriyor, içlerine minderler veya yumuşak bezler koyuyordu. Önüne de su ve mama kabı. Daha küçüktüm, hiç kış görmemiştim. Kötü bir şey olmalıydı. Bu kadar telaş edildiğine göre…
Ben diğer kardeşlerim gibi oyuncu değildim. Daha çok, kocaman bahçenin kuytu köşelerine çekiliyordum yemek zamanına kadar. Elif Teyze “Çok maceracı bu, çok geziyor” diyordu. Hiç de öyle değildi oysa. Ben kalabalık sevmiyordum. Genelde yalnız kalabileceğim yerleri seçiyordum. Karnım doyunca ya bir kenara kıvrılıp uyuyordum ya da saatlerce yalanıp, patilerimi ve tüylerimi temizliyordum. Güzel kızlar bakımlı olmalı ne de olsa. Elif Teyze “Bir başka temiz bu yosma “diyordu benim için. Yosma siyah yavru kedi demek olmalıydı.
Havalar soğudu sonra. Elif Teyze’nin korktuğu kış geldi. Sabah olunca insanlar büyük binaların kapılarından girip gözden kayboluyor, akşam olunca tekrar çıkıp koşa koşa uzaklaşıyorlardı. Kısa süre gözlemleyince her gün aynı şeyin tekrarlandığını fark ettim. İşyeriymiş burası. Ne demekse…
Her neyse, bir gün hep gördüğüm bir insanı gözüme kestirip, onunla birlikte binanın kapısından girdim, içerde bir yere saklandım. Oh ne güzel soğuktan korunmuştum. Keyfimce uyudum, yalandım, hayal kurdum gün boyunca. Akşam olup karnım acıkınca kapıya gittim. Ama kapalıydı. Var gücümle bağırdım. Elif Teyze beni duyup karnımı doyursun istedim. Ama duyan olmadı. Sesimi yükselttim, daha çok bağırdım. Yok, kimse yoktu. Gelen giden olmadı. Çok mu uyumuştum acaba? Bütün insanlar çıkıp gitmiş miydi? Offf, karnım acıkmıştı. Maalesef bütün gece kaldım orda. Sabah olunca kapıyı açan ilk insanın ayaklarının arasından dışarı kaçıverdim. Hemen “Mama, mama” diye ağlayarak Elif Teyze’yi buldum. Merak etmiş beni. Kayboldum sanmış. Ondan sonra bir daha binalara girmedim sandınız değil mi? Hiç olur mu? Girdim tabii ki. Ama akıllanmıştım artık, akşam olmadan hemen kapının yanında alıyordum soluğu. Çıkan insanlarla birlikte ben de dışarı çıkıyordum artık. Sadece gündüzü binanın içinde geçiriyor, gece de bahçede Elif Teyze’nin bizim için hazırladığı evlerden birine kıvrılıveriyordum.
Bu rutinim olmuştu artık. Bir sabah yine binanın kapısında oturuyordum, iki kişi geldi. Daha önce de gömüştüm onları. Beni sevmek istediler, kapıyı açtırmak için onlara ihtiyacım olduğundan sesimi çıkarmadım. Bana çoook uzun gelen bir sevme zamanından sonra nihayet kapıyı açtılar. Hooop içeri girdim. İçlerinden biri “çok tatlı, akşam çıkarken de burada olursa alacağım ben onu” dedi. “Hıh, çok beklersin” dedim içimden, paspasın üstüne kıvrıldım sonra.
Gün geçti, akşam oldu. Çıkmak için kapının önünde beklerken, birisi “Aaaa burada, gitmemiş. Ben alıyorum bunu” dedi. Haydaaaa. “Dur kapıyı açma da kaçmasın, ben bir kutu bulayım” dedi diğeri. Bir telaş, bir telaş sormayın. Bir kutu getirdiler, beni içine koydular sonra kapattılar kutuyu. Nefes alabiliyordum, kutunun kenarında küçük delikler vardı ama çok korkmuştum sarsılan, hareket eden kutunun içinde. “Elif Teyzeeeeee… Elif Teyzeeeee…. “diye bağırdım. İşe yaramadı. Uzun bir süre sallandım durdum kutunun içinde.
“Ay pireleri var bunun, hemen pire ilacı alalım”
“Annem deli olacak, hayvan filan istemiyorum eve diyordu”
“Boş ver alışır, hem de çok sever bak görürsün”
“Çok tatlı bir yavru bu”
“İsmi ne olacak düşündün mü?”
Konuştuklarından anladığım bunlardı.
O akşam beni yıkadılar, pire ilacı uyguladılar. Güzel mamalar verdiler. Ben hep ağladım, uyutmadım onları. Ayak parmaklarını ısırdım, saçlarını çektim. Çığlıklar attım, üzerlerine atladım… Aslında itiraf etmem gerekir ki karnım tok, sırtım pekti. Beni sevdikleri de belliydi. Hmmmm ama olsun, ben Elif Teyze’yi istiyordum. Yarın bana kim mama verecekti?
Sabah yine sonradan adının taşıma çantası olduğunu öğrendiğim bir kutunun içine koydular beni. Ah ne maceralar yaşadım o taşıma çantasının yüzünden, her biri birer hikaye konusu olur. Gide gide nereye gitsek beğenirsiniz? Elif Teyze’nin bahçesine. Daha doğrusu dün akşam beni aldıkları binaya gittik. Günü orada geçirdim. Güzel mamalar yedim, oyuncaklarım oldu. Akşam olunca, hoop yine kutu, yine “ev” dedikleri yer. Bu birkaç gün böyle sürdü. Bir gün Elif Teyze geldi beni görmeye. Haberi olmuş beni aldıklarından. “Hah beni alacak şimdi, tekrar bahçede kardeşlerimle olacağım” diye düşündüm. Bir yandan da içim cızzz ediyordu. Alışmıştım, bir evin bir yosması olmak hoşuma da gitmişti aslında. Elif Teyze beni almadan gitti sonra. Giderken kafamı okşayıp, “Yuvanı buldun sonunda yosma” dedi öptü beni. Böylece benim de bir evim olmuştu galiba.
“Yarın annem geliyor bakalım ne diyecek” dedi Sevil. Biraz telaşlıydı sesi. “Bir şey demez “dedi Nurgül. “O da çok sevecek bak görürsün.”
Saniye Teyze, yani anne geldikten sonra benim işyerine gidip gelmem sona erdi. Hep evde kaldım. Meğer evde yalnızlık hissetmeyeyim diye beni yanlarında götürüyorlarmış. Oh be evde olmak ne güzelmiş. Bir patim kuru mamadaydı bir patim yaş mamada… Saniye anne beni çok sevmişti. Ben de onu. Bütün gün kucağında oturuyordum. Yanına kimse yaklaşmamalı, onu benimle paylaşmamalıydı. Onun yanına oturmak isteyeni hemen ısırıp tırmalıyordum. Onun eşyalarına dokunan olursa vay haline. Tıssss… Hıırrrrr…
İsmim Pıtır olmuştu. Kedi dilinde “Küçük Hanımefendi” demekti ve bana yakışan isim de buydu. Ne de olsa büyümüş ve Yosma’lıktan çıkmıştım artık. Yeni ismime layık olmak için daha ağırbaşlı, daha kibar tavırlar sergiliyordum. Tabii konu Saniye Anne olunca hırçınlığımdan taviz vermek olmazdı. O benim biriciğimdi ve paylaşamazdım.
Uzun yıllar böyle sürdü saltanatım. Taa ki; bir akşam eve yavru bir kedi gelene kadar. Görünen oydu ki tahtım sallantıdaydı ve elimden geleni yapmalıydım. Aklıma ne geldiyse denedim. Olmadı, gitmesini sağlayamadım. Artık Kapça da bizim evde bizimle birlikte yaşıyordu. Kabullendim ama hiç hanımefendiliğimden taviz vermedim. Oyunlarına katılmadım, yanıma yaklaştırmadım, yemeğimi paylaşmadım.
Ayağını mı sürümüştü ne!!! Ondan sonra eve gelen ve giden birçok yavru oldu. Ne yalan söyleyeyim, merhametli büyük abi anlamına gelen adının hakkını verdi Kapça. Gelen bebişlerin hepsini yaladı, sevdi, oynadı… Ben hepsine uzaktan baktım, asaletimden taviz vermedim asla…
Ne de olsa ben bir küçük hanımefendiyim değil mi?