Bana Sarı diyordu ilk ailem. “Sarıııı” diye çağırdıklarında anlıyordum ki süt sağılmış, benim payım ayrılmıştı. Hemen koşuyordum taptaze sütümü içmek için. Beni küçükken almışlardı yanlarına, neredeyse gözümü onların yanında açtım da denebilir o kadar küçüktüm. Her günüm böyle geçiyordu, koskocaman otlakta keçilerle oynuyor, akşam olunca da sütümü içip kıvrılıp uyuyordum. Tabii geceleri ava da çıkıyordum, sonuçta ailemi korumak benim görevimdi di mi? “Çok avcı bu” diye benimle övünüyordu Zehra annem. Kafamı okşayarak “Eve hiç bişey giremiyor sayesinde” diyordu.
Hayat böyle geçip giderken bir telaş fark ettim ailemde. Önce keçi kardeşlerimin sayısı azaldı iyice. Sonra evin içinde de hareketlenme başladı. Zehra annem oradan oraya koşuşturuyor, toplayıp sardığı eşyaları evin bir köşesine yığıyordu. Konuşmalardan anladığım kadarı ile yaşamak için başka bir yere gidecektik. Zehra annem bana anlatıyordu, bundan sonra geniş otlaklar olmayacaktı, keçi kardeşlerimle oynayamayacaktım. Evin içinde yaşayacaktık artık. O zamanlar benim için pek bir şey ifade etmiyordu bunlar.
Bir gün kapının önüne çok büyük bir araba geldi. Daha önce bu kadar büyüğünü görmemiştim hiç. Hoş yaşadığımız yerde çok fazla araba da olmuyordu, arada sırada süt almaya gelirlerdi insanlar. Çoğunlukla Hüseyin babam Zehra annemin sağdığı sütü küçük arabasına yükleyip giderdi. Boş güğümlerle geri geldiğinde ise akşam olmuş olurdu zaten. Ama o gün gelen büyük araba çok farklıydı. Bir sürü adam da arabayla gelmişti. Çabuk çabuk eve girip çıkıyorlardı. Her biri Zehra annemin hazırladığı paketlerden birini kaptığı gibi büyük arabaya taşıyor, sonra yine hızlı hızlı eve giriyordu yeni bir paket almak için. Çok tedirgin olmuştum. Hemen evden uzaklaştım. Küpeli keçi ile saklambaç oynadığımız yere gittim. Küpeli’nin beni bulamadığı saklanma yerime girdim ve akşama kadar çıkmadım. Ara sıra Zehra annemin sesini duyuyordum ama hiç çıkmadım saklandığım yerden. Neme lazım, o kargaşadan hiç hoşlanmamıştım.
Akşam olup karnım acıktığında koşa koşa eve gittim. O da ne!!! Evde kimse yoktu. Her yer karanlıktı. Bekledim, gelen giden olmadı. Akşamları kıvrılıp uyuduğum köşeye gittim, yiyecek vardı. Zehra annem bana yemek bırakmış. Demek kısa süre sonra geri dönecek. Hep öyle yapardı. Bir yere gittiği zaman bana yetecek kadar yemek bırakırdı. Sevindim, karnımı doyurup hemen uyudum.
Sabah olmuştu ama gelen giden yoktu. Akşam olmak üzereyken Zehra annemin arkadaşı Emel teyze geldi. “Sarıııı nerdeydin sen? Bulamadılar seni, çok üzüldüler. Hadi bakalım bize gidiyoruz” dedi. Beni aldı ve çok da uzak olmayan evine götürdü. Bizim ev gibi değildi, bir kere burada evler birbirine çok yakındı ve önündeki yoldan çok fazla araba geçiyordu. Hem de evdeki Cabbar kedi beni hiç sevmemişti. Sürekli kovalıyordu beni. Orda kalmak istemedim. Koşa koşa evimize geri döndüm. O günden sonra Emel teyze arada bir gelip bana yemek veriyordu. Beni yine yakalamak istedi ama buna izin vermedim. Onunla gitmemeye kararlıydım. Karnım yarım yamalak da olsa doyuyordu ama çok mutsuzdum. Zehra annemi çok özlemiştim. Keçi kardeşlerimi çok özlemiştim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum bir gün çok büyük arabalar gelip yaşadığımız evi yıktılar, tahtaları yine büyük bir arabaya doldurup götürdüler. Öylece bakakalmıştım. Artık Zehra annemin geri döneceği bir evimiz yoktu.
Bizim evimize fazla uzak olmayan küçük bir ev daha vardı otlağın öbür tarafında. Daha önce orada kimse yaşamıyordu ama bir süredir akşamları ışık yanıyordu penceresinde. Gündüzleri de bir hareketlilik fark etmiştim. Artık evimizin yanında beklemek çok canımı yaktığı için oraya gitmeye karar verdim. Tabii ki ilk günlerde çok yaklaşmadım, temkinliydim. Bahçede çok sayıda kedi olduğunu görünce çok şaşırdım. Daha önce hiç bu kadar çok kediyi bir arada görmemiştim. Ben diyeyim 20 siz deyin 25. (Ben saymayı biliyorum, Zehra annem keçileri sayarak öğretmişti bana)
Sabah ve akşam düzenli olarak yiyecek veriyorlardı oradaki kedilere. Güzel kokuyordu fakat süt değildi. Yemek de değildi. Küçük küçük çakıl taşlarına benziyordu. Kediler yerken kıtır kıtır sesler çıkıyordu.
Onlar yedikten sonra ben gidip kalanları yiyordum her sabah ve akşam. Kediler benim orda olmamdan pek hoşlanmamışlardı ama benim kimseye pabuç bırakmayacağımı bilmiyorlardı. Lezzetli yemekten vazgeçmeye hiç niyetim yoktu doğrusu. Tabii bu arada bir sürü hır gür ve kavga çıkıyordu.
Sonunda bir gün evdekilerden biri beni fark etti. ”Pisi pisi” diye çağırdı. Gitmedim tabi. Sadece uzaktan baktım. Kedilerden artanları yediğimi fark edince bana daha uzakta bir yerde yiyecek bırakmaya başladılar sabah akşam. Kuru mama olduğunu öğrendiğim bu lezzetli yemeğin hatırına hiçbir yere gitmemeye karar verdim. Çok da uzun olmayan bir süre sonra diğer kediler bana alıştı. Sonuçta kötü bir kedi değildim, sadece karnımı doyurmaya çalışıyordum. Hem hepimize yetecek kadar kuru mama da vardı zaten.
Artık bana da diğer kedilerin yanında mama vermeye başlamışlardı. Artık yediğim arkamda yemediğim önümde idi. Ya da bir elim kuru mamada, bir elim suda mı desem?
İyi insanlarla kesişmişti yolum. Bana bir zararları olmayacağına karar verdiğim bir akşam, bahçede hooop diye kucağına atladım birinin. Çok sevindi. Başımı okşadı. Uzun zaman olmuştu bir insan başımı okşamayalı. Zehra annemi anımsadım, çim özlemle cızzz etti. Kıvrılıp uyudum kucağında.
Kedi kardeşlerimle mutlu mesut yaşıyoruz bir süredir. Ah bir de Zehra annem iyi olduğumu bilse. Çok merak ediyordur o beni şimdi. Çok özlemiştir. Ben de onu çok özledim. Şimdi beraber yaşadığım insanları da çok seviyorum tabii ama Zehra annemin yeri hep bir başka olacak kalbimde.
Bana Omçi diye sesleniyorlar. Alışmam zor oldu hele de kedi dilinde “koca göbekli dombili” demek olduğunu öğrenince biraz alınmadım değil. Ama şimdi ismimi de yeni evimi de kedi kardeşlerimi de çok seviyorum. “Omçiiii” diye çağırdıkları zaman koca göbüşümü titreterek koşuyorum. Sevil annem göbüşümü okşayarak “Omçi’nin göbüşü buuuu” şarkısını söylüyor. Kısacası çok mutluyum, çok iyiyim Zehra anneme söyleyin e mi?