Türkiye, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden bu yana, bir devlet politikası olarak “kendi talebiyle” başlayan Avrupa Birliği (AB) ile vize sorununu yurttaşları için içinden çıkılmaz bir probleme dönüştürdü. Üstelik bu konuda ilk adımları da maalesef Türkiye attı. Ve o tarihlerden bu yana 40 yılı aşkın bir süredir T.C. yurttaşları için vize sorunu (daha sonra Schengen) katlanarak büyüdü. Katlanması için de her iki taraf hükümetleri Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının seyahat özgürlüğünü hiçe sayan bir tutum içine girdiler. Keyfi karar ve uygulamalar, ağır bürokratik engeller, yığınla istenen evraklarla bugün kimi AB ülkelerinin konsolosluklarında yüzde 70’lere ulaşan vize retlerine kadar vardı.
Son yıllarda AB, Türkiye’yi Geri Kabul Antlaşması ile de adeta bir düzensiz göçmen “hendeği”ne dönüştürdü. Ve vize, temel bir insan hakkını uzun zamandır kullanamayan T.C. vatandaşları için şimdi
düzensiz göç de bahane edilerek daha büyük ve aşılması bireysel olarak imkansız bir gerçekliğe dönüştü. Temel bir insan hakkı olarak seyahat özgürlüğü artık yurttaşlarının büyük çoğunluğu için yurt dışına çıkarken keyfi olarak engellenebilecek, askıda bir hak hükmünde.
Bu temel ve Anayasal hakkın askıya alınması aslında Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının onuruna da vize konması anlamına geliyor. Her vize başvurusunda yurttaşlarımız adeta potansiyel suçlu, bir suç
örgütü üyesi ya da sığınmacı, gittiği ülkede kamu düzenini bozabilecek bir kişiymiş gibi muamele görüyor.
Daha önce defalarca kez aldığı vizeler için, hiç almamış gibi her seferinde kendini tekrar ispat etmek zorunda bırakılan yurttaşlarımız, kendisi için çok hayati konularda eğitim, iş bağlantıları, sağlık sorunlarında bile “gerekçesiz”, muğlak ifadelerle ret alabiliyor. Yani daha önce defalarca geçtiğiniz sınavlarda hep aynı sorularla ama karşı tarafın sürekli, keyfi biçimde değiştirdiği hiç bilemeyeceğiniz yeni yanıtlara ulaşamadan kalıyorsunuz.
Süreç artık sadece maddi değil, manevi olarak da zarar veriyor. Yurttaşlarımızın onuru kırılıyor. Öyle ki bir süredir birçok elçilik itiraz sürelerini de 3-6 ay gibi daha ileri tarihlere erteleyebiliyor. Yani yüzde 70’lere ulaşmış red gerekçelerinin haksız, yanlış olduğunu bile iddia edemiyorsunuz.
Artık bununla bir yurttaş olarak mücadele etme şansımız yok. Devletin, siyaset kurumunun ve her
düzeyde başta dışişleri bürokrasimiz olmak üzere yurttaşlarının gördüğü bu onur kırıcı durumu, hiçbir
konuda pazarlık konusu yapmadan kesin bir biçimde çözmesi gerekiyor.
Dünyaya açık, rekabet şansı yüksek, eğitimli, girişimci yurttaşlarımızın, siyasal, sosyal, bilimsel,
kültürel ve diğer birçok alanda dünya ile entegre olabilmesini istiyorsak dünyanın her ülkesine
seyahat edebilmelerini sağlamak zorundayız. Bu 21. Yüzyıl, ikinci yüzyıl vizyonuna sahip her hükümetin, siyasetçinin birincil görevidir. Vardığımız şu nokta Türkiye’nin ulusal çıkarlarını da tehdit edecek bir düzeydedir. Türkiye, başta Batı ülkeleri olmak üzere yurttaşlarının dünya ülkeleriyle entegrasyonunun
önüne örülen vize duvarını aşamamaktadır.
Önce bu sorunun vardığı boyutun farkedilmesi, kavranması gerekiyor. Bunu yapacak olan TBMM’de
de gündeme getirecek olan muhalefet veya iktidardan olsun, milletvekilleri, hükümet üyeleridir. Kendi
diplomatik ve yeşil pasaportları ile sorunun kıyısında durmadan, yeşil pasaport kapsamını genişleterek sorunu aslında daha da çözülmez bir hale getirmeye çalışmadan, her yurttaşın özellikle Schengen bölgesindeki her ülkeyle tek tek bu sorununu, keyfiyeti aşacak biçimde bir sonuca bağlayacak bir politika oluşturulmalıdır.
Bunun zemini uzun zaman işlemiş olan AB’ye uyum yasalarıdır. Birçoğu açılan fasıllar gibi, yine Schengen vize sistemine Türkiye’nin entegrasyonunu önceleyen bir gündem oluşturulmalıdır. Örneğin daha önce defalarca vize almış, ortak sistem tarafından tanınan kişilerin aynı belgeleri her seferinde defalarca
vermeleri ya da vize sürelerinin sadece başvurulan seyahati kapsayacak biçimde kısa süreli olmasının
önüne geçilmelidir. En az 5 ve 10 yıllık vizeler verilmelidir. Sadece bu konuda atılabilecek bir adım bile daha önce vize almış mily onlarca kişi açısından yaşanan sorunları büyük bir oranda çözecektir.
Uzun yıllardır Türkiye’de seyahat özgürlüğü konusunda mücadele ediyoruz. Seyahat Özgürlüğü Gönüllüleri sosyal medyada örgütlü bir inisiyatif, özellikle pasaport, vize, turizm kısıtlamaları, sorunları, taksi, toplu ulaşım dahil bireysel ya da kitlesel tüm seyahat konu ve başlıklarında belli bir duyarlılığı, ilgiyi, sorun yaşayanlarla dayanışma içinde çözüyoruz.
Özellikle AB ile oluşan vize sorunları her geçen gün, aynı pasaport ücretleri gibi daha kötüye gidiyor. Buna sadece bireysel olarak değil, tüm sivil toplum örgütleri ile birlikte dur demek, kamu otoritesini “vize sorununa” karşı harekete geçirmek, uzun yıllardır büyük bir diplomatik başarısızlık öyküsüne de dönüşmüş bu duruma bir son vermek zorundayız.
AB ile yakınlaşma, çok uzun zamandır mesafeli durdurduğu Batı İttifakı’yla daha sıcak ilişkilere Türkiye’nin yeniden geri dönmesi gibi politik tercihler gündemde. Bu geçici bir süreç ya da pragmatik bir tercih gibi görünse de artık kritik bir aşamaya gelmiş vize ve vize serbestisi konusunu ele alınmasını, tüm tarafların, kamuoyunun öncelikli meselelerinden bir haline getirmemiz gerekli. Geleceğimizi ipotek altına alan devasa düzensiz göç, sığınmacı sorunumuz ve Geri Kabul Antlaşması’nın toksik etkilerine rağmen başka çaremiz yok.
Yeni bir yol haritası ya da daha önce başlamış ancak kadük kalmış birçok ileri adımın (fasılın), AB ile aramızda hiçbir gri alan bırakmadan, tıkanılan her konuda net tanım ve koşullarla yeniden canlandırılmasına, vize konusunda hızlı, pratik çözümlere ihtiyacımız var.
Türkiye, yurttaşlarının konsolosluk ve vize bürolarının önünde her gün kırılan onurlarını korumak ve meseleye artık insan ve yurttaş odaklı bakmak zorunda. Mesele artık bir vize meselesi değil, kırılan yurttaşlık onuru meselesine dönüşmüştür.