Site icon Türkiye'nin Yeni Kadın Moda Dergisi – NYXmag

Şehrin İçinde Bir Masal Kadını

PAYLAŞ

Özlem Yıldırım / Yazar

Röportaj: Sevil Balaban / sevil.balaban@nyxmag.com

Tiyatro sahnesinden çocuk kitaplarının renkli dünyasına, yaratıcı drama atölyelerinden senaryo masalarına… Özlem Yıldırım; üretmenin sınırlarını tanımayan, hayal gücünü yaşam tarzına dönüştüren bir sanatçı. Onu bir sahnede çocuklarla birlikte hayal kurarken, bir başka gün bir karakterin iç sesini yazarken görebilirsiniz.

NYXmag olarak sanatla iç içe yaşayan bu çok yönlü kadını yakından tanımak istedik. Günlük yaşamında nelerden ilham alıyor? Yaratıcılığını nasıl besliyor? Moda ve şehir hayatı onun dünyasına nasıl dokunuyor? Hepsi ve daha fazlası bu keyifli sohbette…

Tiyatro, çocuk kitapları, yaratıcı drama, senaryo yazarlığı… Gerçekten çok renkli bir kariyeriniz var. Bu kadar farklı alana yönelmek sizin için nasıl bir yaşam tarzı yarattı?

Öncelikle bu güzel gözlem için teşekkür ederim. Dışarıdan içimdeki renklerin fark edilmesi benim için çok kıymetli.

Bir sanatçının gerçek anlamda varoluşu, eserleriyle insanlara temas ettiğinde gerçekleşiyor. Çocuk yaşta böyle bir yaşam düşledim kendime. Kolay olmadı; zaman aldı, sabır istedi ama bugün geldiğim noktada, bu çeşitlilik bana tarifsiz bir mutluluk veriyor.

Sabah uyanıyorum, aklıma yazdıklarım düşüyor ve içimden “Gerçekten mutluyum!” diye bağırmak geliyor. Sonra kitaplarımı koltuğumun altına sıkıştırıp sınıfa gidiyorum. Öğrencilerimin yazdığım kitaplarla ders yaparkenki heyecanı, onların cıvıltısı… Hepsi ayrı bir armağan. Onları öyle görünce “Ne kadar şanslıyım.” diyorum.

Akşam olunca sahnedeki eski fotoğraflarıma bakıyorum. Ardından kütüphaneme uzanıp kendi yazdığım tiyatro metnimi elime alıyorum: “Vay be, bir zamanlar oynuyordun şimdi yazıyorsun!” diye düşünüp duygulanıyorum.

Sosyal medyada okurlarımdan gelen yorumları okuyorum. Her biriyle yeniden heyecanlanıyorum.

Derin, anlamlı, çok sesli bir hayat kurdum kendime. Hep geliştiğim, öğrendiğim, içimdeki baharı diri tutan bir yaşam bu.

Ve evet… Yapraklarım kurusa da bu sistem sayesinde her defasında yeniden yeşeriyorum.

Çocuklara yazmak çok özel bir şey. Gündelik hayatınızda sizi en çok besleyen şeyler neler?

Çocuk edebiyatında beni en çok besleyen şey, sahada aktif olarak yer almak. Onların duygularına, büyüme sancılarına, aileleriyle kurdukları ilişkilere doğrudan tanıklık ediyorum. Bu, bana tarifsiz bir derinlik ve ilham veriyor.

Belki iddialı olacak ama bu alanda kendime sağlam bir zemin kurduğuma inanıyorum. Sadece yazsaydım bu kadar yoğun gözlem yapma şansım olmazdı. Çocuklardan bana sürekli akan bir hikâye, sezgi ve gerçeklik var.

Gündelik hayatımda en çok beslenme alanım dinlemek ve gözlemlemek. Konuşmaktan çok daha kıymetli geliyor bana.

Bazen içimden geçiyor: Evrenin kalbine doğru yürüyebilsem, orada tüm duyularımı açıp susarak dünyadaki tüm hikâyeleri içime çekebilsem. Sadece var olarak anlamı duyabilsem. Bu düşüncenin bile içimi ışıkla doldurduğu oluyor.

Kendinizi en çok sahnede mi, yazarken mi yoksa çocuklarla bir aradayken mi “evde” hissediyorsunuz?

Yazarken. Orası benim yuvam. Edebiyat galaksimi yaratmaya çalışıyorum. Ayrıca ne güzel bir soru bu böyle.

Günümüz şehirli kadını hem üretmek hem de kendiyle bağ kurmak istiyor. Siz bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Rutinlerinizde size iyi gelen şeyler neler?

Benim için üretmek zaten kendimle bağ kurmam demek. Bu da dengede kalmamı sağlıyor. Rutinlerimde bana iyi gelenler ise sabah sessizliği, yürürken gözlem yapmak, çocukların dünyasına dâhil olmak, yazarken zamanın akışını unutmak ve gün sonunda içsel bir değerlendirme yapmak. Kısaca; yazmak, yürümek, susmak ve dinlemek.

Bir karakter yazarken ya da bir hikâye yaratırken ilham kaynaklarınız neler? Moda, şehir hayatı, yolculuklar…

İlham kaynaklarımdan biri elbette insanlar.
Özellikle şehir hayatı içinde duygularını bastırarak yaşamak zorunda kalan, aradığı aşkı bulamayan, hüsrana uğramış kadınlar son zamanlarda çok dikkatimi çekiyor.

Bir kafeye oturup hiç tanımadığım bir kadınla sohbet etmeyi çok severim örneğin. Böyle olduğum için de insanları kendime çekiyor olabilirim.
Daha dün başıma geldi. Bir kadın masama oturmak istedi çünkü boş masa kalmamıştı. “Elbette” dedim. Sohbete başladık.
Hanımefendiden muazzam bir hayat hikâyesi çıktı.
Sohbetin sonunda “Çok konuştum, başınızı şişirdim.” dedi.
Ben de heyecanla “Hayır, ben dinlemeyi çok severim. Sanırım yazar olduğum için insanların hikâyelerini dinlemekten keyif alıyorum.” dedim.
Ama o anda yüzündeki atmosferin değiştiğini fark ettim, biraz tedirgin oldu.
“Keşke yazar olduğumu söylemeseydim.” diye geçirdim içimden.

Moda kısmına gelince… İnsanların ne giydiğine dikkat ederim çünkü karakter yaratırken onları zihnimde tüm detaylarıyla canlandırmak isterim.
Örneğin dün tanıştığım kadın kahverengi giymişti. Boynunda bir fular, gözünde gözlük vardı.
Ona bakarken içimden “Hayatı boyunca renklerini saklamak ve bedenini korumak zorunda kalmış.” diye geçirdim.

Yolculuklar da benim için ayrı bir ilham kaynağı.
İşim gereği bazen başka şehirlerdeki okullara gidiyorum, gittiğim okullarda atölyeler veriyorum.
O şehirdeki aileler nasıl yaşıyor, bir günü nasıl geçiriyor, öğrencilerin dikkat süreleri şehirden şehre değişiyor mu?.. Hep bunlara bakıyorum.
Bu farklar, yarattığım karakterlerin ruhunu da belirliyor aslında.

Kendi çocukluğunuza dönsek… Bugünkü Özlem’i yetiştiren o küçük kız kimdi? O zamanlar neler hayal ederdiniz?

Mahallede oyun kuran bir çocuktum: Organize eden, tasarlayan, evde sahne kurup arkadaşlarını çağıran, sonra da yaptıklarını sahnede onlara seyrettiren… Okulda kompozisyon ve şiir yarışmalarına katılır, tiyatro grupları kurardım. Beni en çok bunlar heyecanlandırıyordu.

Küçük bir yerde büyüdüm. Benim çocukluğumda gidilecek çeşit çeşit kurslar yoktu, yapılabilecek fazla bir aktivite de…
Ben de hareketli ve meraklı bir çocuk olarak, şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki kendi oyun gezegenimi kurmuşum.

Bu yüzden de kendi kendimi yetiştirmeye alışmış olabilirim. Sanata dair içimdeki bu büyük açlık da belki biraz oradan geliyor.
İstanbul’a gidip hayal ettiğim okullarda okuyarak bu hayatı mesleğime dönüştürmek istiyordum.

Bugünkü Özlem’i yetiştiren o küçük kız hâlâ içimde yaşıyor.
Dikkatli bakan, eserlerimi okuyan herkes görebilir onu.

Stilinizi de merak ediyoruz. Gardırobunuzun vazgeçilmez parçaları neler? Sahne üstü ve günlük hayat stiliniz arasında fark var mı?

Gardırobum da kariyerim gibi rengârenk.
Renkli pantolonlar ve onlara karşıtlık yaratacak bluzlar, gömlekler…
Anlayacağınız, sahne üstü ve günlük hayat stilim arasında pek fark yok.

İmza günlerim, derslerim, söyleşilerim, katıldığım programlar… Hepsi benim için bir sahne zaten.
Sanatımı kıyafetlerimden, makyajımdan, stilimden ayrı düşünmüyorum.

Bana bakan, sanatımda neyi görsün istiyorsam öyle giyiniyorum.
Rengârenk kombinler yapmayı, yüzüme sim sürüp taşlar yapıştırmayı çok seviyorum. Son zamanlarda ise beyaz, krem, siyah renkleri de kullanıyorum. Seyircinin gözü çok yorulmasın. Nasılsa yine cıvıltılı kıyafetlerime dönerim.

Önümüzdeki dönemde sizi nerelerde göreceğiz? Yeni projeler, kitaplar, belki ekran için sürprizler? Bize küçük bir tüyo verir misiniz?

Yeni kitaplar yolda.
Okuyucularımı şaşırtacak içeriklerle karşılarına çıkmak istiyorum.
Önce yazar kimliğimle yoluma sadık kalacağım ama ardından belki ekran için sürprizlerim de olur.

Ben kabına sığmayan biriyim.
Dolayısıyla benden her an her şey beklenebilir.

PAYLAŞ
Exit mobile version