Sosyal Dayanışma Ağı Başkanı Fatma Çiğdem Aydın: “Asıl amaç erkek egemenliğini sürdürmek…”
Kadına yönelik şiddet Türkiye’de hepimizin kabusu olmayı sürdürüyor. NYXmag adına Suat Özçelebi ülkemizde uzun zamandır tartışılan ve kadına yönelik şiddeti önlemek için ilk imzacısının Türkiye olduğu “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili Türkiye’de Kadın Hareketi’nin önemli isimlerinden Sosyal Dayanışma Ağı’nın (SODA) Başkanı Çiğdem Aydın ile sözleşmenin her yönünü ele aldığı bir röportaj yaptı.
Öncelikle İstanbul Sözleşmesi’ni bize iki-üç cümle ile özetleyin desek, ne dersiniz?
Başta kadınlar (çünkü ülkemizde istatistikler en çok kadınların şiddete uğradığını gösteriyor) olmak üzere, çocuk, genç, yaşlı herkesi şiddetten koruyan bir Sözleşmedir. En iyi özet bu diyebilirim.
Peki İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için temel kazanımı nedir? Sizin özellikle dikkat çekmek istediğiniz maddeleri var mı?
Temel kazanımı, şiddet gerçekleşmesin diye saydığı önlemlerdir. Şiddet gerçekleştikten sonra ceza içeren yasaların konusu olur. Sözleşme ise, hakkıyla uygulandığında şiddeti durdurma potansiyeline sahip.
Sözleşme son derece kapsamlı ama bence Anayasamızda da olduğu gibi, din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim gibi unsurları sayıp, bunlar şiddet nedeni olamaz demesi, böylece mesela göçmen kadınları, eşcinselleri, çocukları, kısacası herkesi koruması, ayrıca şiddeti önlemenin yolunun eşitlikten geçtiğini vurgulaması çok değerli.
Bu sözleşmenin öncüsü ve ilk imzacısı Türkiye. Ne oldu da birden bire bu imzayı çekmek için ciddi bir kampanya başladı. Üstelik kadına yönelik şiddet ülkemizde ciddi düzeyde artarken.
Argetus Araştırma’nın İstanbul Sözleşmesi’nin toplumda bilinirliği ile Sözleşmeye dair lehte ve aleyhte yaklaşımlarla ilgili 26 ilde yaptığı araştırmaya göre toplumun yüzde 55,2 si Sözleşmeyi duymamış. Duymuş ama incelememiş olanlar var. Duymuş, biliyor ve incelemiş olanların oranı ise sadece yüzde 5,1. İmzamızı Sözleşmeden çekmek için kampanya başlatanlar daha çok Akit ve Yeni Şafak gazeteleri yazarları ve Türkiye Düşünce Platformu gibi bazı gruplar. Ya Sözleşmeyi okumadıkları için ya da kasten çarpıtmak için, bilemiyorum, Sözleşmeye ilişkin aslı astarı olmayan iddialar ortaya attılar. Aileyi dinamitliyormuş, eşcinselliği özendiriyormuş, erkekler eşlerine “Niye oraya gittin, niye bunu giydin?” dese Sözleşmeye göre şiddet sayılıyormuş… muş muş… Bu yalanlar hızla yayıldı, taraftar buldu. Asıl amaç erkek egemenliğini sürdürmek tabii ki ama bırakın biz rahatça karılarımızı dövebilelim diyemedikleri için böyle yalanlara başvurdular sanırım. Kadın Hareketi hızla örgütlendi, gerekli cevaplar verildi ve mesela Türkiye Düşünce Platformu “Mayınlı alana girdik, çok yorulduk, bu tartışmadan çekiliyoruz” diye açıklama yaptı.
Sözleşmeye taraf birçok ülke var. Türkiye’de muhafazakar ve İslamcı diyebileceğimiz çevreler ve iktidar sözleşmenin çocukları, gençleri “cinsiyetsizleştirme” politikalarına destek verdiğini söylüyor. Önce imzaladılar şimdi bunları nereden çıkarıyorlar? Batı’nın dayatması diyenler de var.
“Cinsiyet” cızz bir sözcük. Dokunanın eli yanıyor herhalde. Onun yerine fıtrat, kadının/erkeğin doğası (neyse artık o), Allah’ın kadına ve erkeğe verdiği görevler gibi ifadeleri tercih eden bir kesim var. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ifadesini “herkesin herkesle seks yapmasını mı istiyorsunuz! Ahlaksızlık bu!” cümlesiyle eleştiren milletvekili gördü gözlerim! Toplumsal cinsiyeti böyle anlayan, toplu seks olarak gören kafalar var ülkemizde maalesef. Eşitlik bazı erkeklere çok korkutucu geliyor. Ayrıca kimse bir Sözleşme ile cinsiyetinden olmaz veya cinsiyetini değiştirmeye kalkışmaz. Eşcinsellik de teşvikle veya özenmeyle olmaz. Sözleşmenin ve içeriğinin Batı dayatması olmadığı her tür güvenilir kaynakta yazıyor. Sözleşme Avrupa Konseyi’nde hazırlandı. Türkiye Konseyin 40 küsur yıldır üyesi. Hazırlayan grupta Türkiye’den akademisyenler, siyasetçiler, hukukçular da vardı.
Örneğin Polonya’dan da bu cinsiyetsizleştirme ile ilgili bir açıklama geldi, sözleşmeden çekileceklerini söylediler. Başka ülkeler de bekliyor musunuz? Ve bunlar neyi gerekçe gösteriyorlar?
Polonyalı kadın hakları aktivistleriyle bağlantı kurduk, yazıştık. Sözleşmeden çekilmeye karşı olan ve/veya cinsiyetsizleştirme iddiasına karşı çıkan büyük bir grup kadın var Polonya’da. Ama sesleri hükümete kadar ulaşmadı demek ki. Benim görüşüm şu, Sözleşmeyi imzalamayan, çekince koyan ya da imzalamış ama şimdi çekilmeyi düşünen ülkelerin asıl sıkıntısı göçmen kadınlar. Sözleşmede şiddet nedeniyle kadınların ülke değiştirebileceği ve gittiği ülkede korunacağı maddesi var. Bu madde örneğin Almanya’da çok tartışıldı. O zaman sadece Türkiye’den gelecek kadınları düşünerek tartışıyorlardı şimdi bizim ülkemizden gidebilecek Suriyeli veya başka ülkelerden kadınlar var. Sözleşme ayrıca kadın sünneti ve çocuk yaşta evlendirmeleri de şiddet sayıyor ve Avrupa Konseyi ülkelerinin bazılarında bu uygulamalar var. Sözleşme gereği bu şiddet türlerinin ülkelerin iç hukukunda da suç olarak düzenlenmesi gerekiyor ki kimi ülkeler bunu yapmadı, yapamadı. Şimdi Sözleşmeyi günah keçisi ilan ederek sıyrılmaya çalışıyorlar.
Sosyal medyada ciddi destek gören “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” kampanyasına karşı kampanyalar da var. Sözleşme imzalandı şiddet, cinayetler arttı diye karşı kampanyalar, propaganda çalışmaları da sürüyor. Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu kampanyaların güdümlü olduğu açık, çünkü doğru bir yerden tartışmıyor, yalana, çarpıtmaya yaslanıyorlar. Şiddet Sözleşme veya yasa var diye artmıyor, aksine Sözleşme ve 6284 sayılı yasa tam uygulanmadığı için şiddet artıyor. Ama şu doğru, kadına yönelik şiddet vakaları hiç olmadığı kadar görünür oldu. Çünkü sokakta, meydanda, sosyal medyada, her yerde kadınlar olarak bağırıyor, çığlığımızı duyurmaya çalışıyoruz. Sesimiz duyuldukça toplumda bu konuda hassasiyet artıyor, vakalar görünür oluyor. Şiddet niye oluyor? Erkekler, kadın çalışmak istedi, boşanmak istedi, yemeği yaktı, sinemaya gitti, beyaz tayt giydi, kırmızı ruj sürdü… gibi gerekçelerle kadınları öldürüyorlar! Kadını istediklerinde dövüp sövebilecekleri kendi malları gibi görüyorlar. Bu yüzden kadınların “erkeklerle eşit haklara sahip eşit yurttaşlar” olduğunun kabulü ve toplumun bunu içselleştirmesi çok önemli. Eşitlik gelirse şiddet gider.
Kadın hareketi İstanbul Sözleşmesi’ne top yekün sahip çıktı, kadın dayanışmasının güzel örneklerini görüyoruz. Hatta bazı şirketler bile destek açıkladılar. Bu karşı çıkış sizce toplumda sözleşmeye duyarlılığı veya bilgilendirme çabalarını artırır mı?
Elbette artırır. Artırıyor da. Sözleşmeye sahip çıkılması, uygulanması hepimizin yararına. Desteğini açıklayan şirketler çok kıymetli, şimdi onlardan beklentimiz şirket içinde de kadın erkek eşitliğine uygun, şiddeti engelleyici düzenlemeler yapmaları. Bunları da ayrıca takip edeceğiz tabii ki. Öyle kuru kuruya destek olmaz değil mi?
İstanbul Sözleşmesi tartışması Türkiye’de artık zıvanadan çıkmış kadına yönelik şiddet ve yeni önlemler konusunda pozitif bir katkı sunabilecek mi? Yoksa adeta ağır kıyım hatta vahşet örnekleri artarak sürecek mi?
Kadına yönelik şiddet artık bir cins kırım boyutuna vardı. Durdurulması ancak siyasi irade ve toplumsal karşı çıkış ile mümkün. Siyasi irade maalesef bu konuda çok güçlü değil, bunu değiştirmeye uğraşıyoruz. Şöyle düşünün, mesela Türkiye’de her gün, günde 5-6 taksi şoförü veya kasap veya ne bileyim terzi öldürülse, siyaset ve toplum ne yapardı? Herhalde herkes dehşete kapılır ve faillerin bulunması, bu cinayetlerin durdurulması için uğraşırdı. Kadın cinayetleri için de böyle olmalı. Siyaset ve toplum, ataerkillikle yüzleşmeli ve tavrını eşitlikten yana koymalı.
Bu tartışmaların ardından örneğin 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun daha etkili uygulanmasını bekliyor musunuz?
Açıkçası henüz beklemiyorum. Ama yavaş yavaş olacaktır. Siyasi iradenin tereddütlü tavrı, hakimi, savcıyı, polisi, jandarmayı, doktoru, kısacası şiddet meselesiyle ilişkisi olmuş, olacak herkesi etkiliyor. Tüm bu grupların şiddet meselesinde aynı hassasiyeti göstermesi, yasaları uygulaması, uygulatması imkansız değil ama ancak zamanla olacak bir şey.
Türkiye sizce İstanbul Sözleşmesi’nden çekilecek mi? Çekilirse SODA’nın, sivil toplumun ya da Türkiye’deki kadın hareketinin bir eylem planı var mı?
Türkiye’nin sözleşmeden çekileceğini düşünmüyorum. Ama çeşitli açıklamalarla Sözleşmenin değersizleştirilebileceğini, böylece yürürlükte kalsa bile fiilen uygulanamaz hale getirilebileceğini göz rdı etmiyorum. SODA’nın bileşeni olduğu Türkiye Kadın Hareketi İstanbul Sözleşmesini korumak kadar uygulanmasını artırmak için de çalışmalar, kampanyalar yürütüyor. Biz hükümetin açıklamalarını dikkatle takip ediyoruz, eylem planlarımızı da bu çerçevede toplantılar yaparak belirliyoruz.
Bize kısaca kurucusu ve Başkanı olduğunuz SODA, Sosyal Dayanışma Ağı‘nın çalışmaları hakkında da bilgi verir misiniz?
SODA hak temelli çalışmalar yapan bir sivil toplum örgütü. Pandemiden önce çok yoğunduk, şimdi ise sadece İstanbul Sözleşmesinin savunuculuğu ile uğraşıyoruz. Farklı gelişen çocuk ve gençlerle ilgili bir çalışma yürütüyoruz. Otizimli ve Down Sendromlu bir grup çocuk ve gençle drama ve sosyal beceri çalışıyoruz. Şirketlere, belediyelere, STK’lara Toplumsal Cinsiyet Eşitliği başta olmak üzere çeşitli konularda eğitimler veriyoruz. Enformel Kadın Ağları adlı bir araştırma yürüttük. Hiçbir grup ya da STK ya bağlı olmadan yardım veya diğer çalışmalar yapan kadın ağlarını araştırdık. Türkiye’de ilk kez yapılan bu araştırmadan çok ilginç bilgiler öğrendik. Geçen yıl alanında tanınmış kadın konuşmacılarla halkı buluşturduğumuz MOR KOLTUK adını verdiğimiz sohbet toplantıları yaptık. 2020 için yaptığımız planlamalar maalesef gerçekleşmedi. İlerleyen zamanda neler yapabileceğimize bakacağız.
Fatma Çiğdem Aydın kimdir?
Psikolog, çevirmen, eğitimci, kadın hakları savunucusu.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalıştı, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği KADER’de Başkanlık yaptı, kadınlarla ilgili birçok proje yürüttü, bu konularda eğitimler veriyor.
TRT’de ve Birleşmiş Milletler örgütleri için serbest çevirmen, İBB’ye bağlı İstanbul Şehir Tiyatroları’nda çocuk tiyatrolarından sorumlu psikolog olarak çalıştı. Halen Otizimli ve Down Sendromlu çocuk ve gençlerle tiyatro kursunda süpervizör ve sosyal beceri eğitmeni olarak çalışıyor. Kurucusu olduğu ve Başkanlığını yaptığı Sosyal Dayanışma Ağı (SODA) bünyesinde kadın haklarıyla ilgili çalışmalar ve çeşitli projeler yürütüyor.