Şiirimizin rotasını değiştiren, çok daha rahat bir nefes almasını ve serpilmesini sağlayan şairlerin en başında gelir Orhan Veli Kanık… 1941 yılında, çok yakın arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte çıkardıkları Garip adlı kitaptaki şiirler ve önsözündeki Orhan Veli’nin manifestosu, Yeni Türk Şiiri’nin müjdecisidir.
Orhan Veli Kanık 14 Kasım 1950’de, bundan tam 70 sene önce, sadece 36 yaşında hayatını kaybetti. Bu kısacık süreye sığdırdığı kocaman bir hayatı, çoğu platonik olan aşkları, hepsi birbirinden değerli sanatçı ve edebiyatçı dostları ve tabii ki o zamanki tabuları yerle bir eden birbirinden güzel şiirleri oldu.
O tabuları nasıl yok ettiğini çok yakın dostu ve bir diğer Garip şairi Oktay Rifat şöyle anlatmış: ”Orhan, Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri, onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle at başı geldi… Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi, o, birkaç yılın içinde tamamladı.” (Düşünün ki, Kitabe-i Seng-i Mezar şiirinde –hani ‘Yazık oldu Süleyman Efendi’ye dizesinin olduğu şiir- ‘nasır’ sözcüğünün geçmesi bile, dönemin yerleşik düzen edebiyatçıları arasında ciddi bir eleştiri almıştır… Garip Şiiri, ”ne yani, bunlar da şiir mi” tepkileriyle karşılanmıştır şiir camiasının çoğunluğu tarafından… Böyle bir dönemden bahsediyoruz.)
Orhan Veli’nin 7 – 11 yaşları arasındaki, Ankara’ya ailecek taşınmadan önceki Galatasaray’daki okul dönemi, onun Fransızca ile tanışmasına ve Ankara’da da bunu geliştirmesine büyük katkı sağladı. O dönemde Avrupa’nın edebiyat merkezi olan Paris’in bohem hayatından, Fransız şairlerinden ve şiirinden büyük ölçüde etkilendi. Aynı zamanda, Fransızca’dan yaptığı şiir, öykü ve tiyatro oyunu çevirileri de çeviri literatürümüzde önemli bir yere sahiptir.
Orhan Veli hakkında pek fazla bilinmeyen bir gerçek, askerdeyken bir roman taslağı üzerine çalışmış olması… Ortada yazılı bir metin yok, bu romanla ilgili… Fakat yakın dostu Sabahattin Eyüboğlu’na askerden gönderdiği mektuplarda romanın izleğinden, karakterlerden bahsediyor. Hatta romanın adı da belli: ‘Dünyalarının Dışındakiler’. Yaşadıkları dünyanın dışında kalanları anlatmak istiyor Orhan Veli bu romanda… Ama maalesef kağıda dökülmüyor bu roman ve sadece bir proje olarak kalıyor. Eğer basılmış olsaydı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ının öncülü olacağı kesindi.
Orhan Veli, yazdıklarının dışında, hayat tarzıyla da tam bir ‘şair’di. Fransız şairlerinin ‘bohem’liğini de içselleştirdiği için, çoğunlukla aşık, alkolle arası oldukça iyi, parayla pulla pek derdi yok gibi (ama aslında var, sürekli bir geçim sıkıntısı içinde…) insanların, doğanın, denizin kısaca hayatın tam içinde coşkuyla ve sevgiyle yaşadı. Tam yaşadığı gibi de yazdı. O şiirleri zaten ancak bu hayatı yaşayan biri yazabilirdi.
Refik Durbaş anlatıyor: Orhan Veli ile Sait Faik’in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet gazetesi alarak bulmacalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik’i yenmektedir. Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker, “Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun?” der demez Orhan Veli sakin bir biçimde yanıtlar: “Çünkü Cumhuriyet’in bulmacalarını ben hazırlıyorum.”
Belediye çukuru meselesinin, ölümüne doğrudan olmasa bile dolaylı bir etkisi olabilir. Çünkü bu çukura düşünce başında hafif bir sıyrık oluşuyor. Önemsenmiyor. Birkaç gün sonra, İstanbul’da bir arkadaşlarının evinde, fazla alkollü bir gecenin sonuna doğru fenalaşıp arkadaşları tarafından hastaneye kaldırılıyor. Maalesef, genel önyargı ile başka tetkikler yapılmadan hemen ‘alkol zehirlenmesi’ tedavisine başlanıyor, fakat o sırada Orhan Veli beyin kanaması geçirmektedir. Sonradan anlaşılıyor, fakat artık çok geç… Henüz 36 yaşında aramızdan ayrılıyor…
Çetin Altan onun ölümünün arkasından bakın ne yazmış: ‘Orhan Veli öldü. Ben bu satırları yazarken Orhan İstanbul morgunun teşrih masası üstünde yatıyor. 36 yaşında öldü Orhan. Türk şiirini kökünden sarsmış, yüzlerce şairi tesiri altında bırakmış, genç yaşta pek az kimseye nasip olan bir şöhret kazanmıştı. Orhan, başka bir millette doğsaydı milletlerarası bir şöhrete de ulaşırdı. Son zamanlarda işittiğime göre ceketi olmadığı için gömlekle dolaşıyormuş. Onun yüzde biri kadar sanatkar olmayanlar, hatta insan olmayanlar, bugün genel müdürlüklerde, sefirliklerde sefa sürüyorlar. Ve Orhan ceketsiz öldü.’
Evet… ‘Yazık Oldu Orhan Efendi’ye… Fakat kendisi sönerken Türk şiirinin yoluna kocaman bir projektör tuttu. Gerek İkinci Yeni’ye, gerek Toplumcu Gerçekçiliğe, gerekse, kendi raylarını döşeyen şairlere… Ve bu ışık, iddiayla söylüyorum, 1990’lara kadar ‘Dünya Çapında bir Şiir’i oluşturdu.
Orhan Veli ve tüm ‘anlaşılmak istenen şairlere’ bu büyük borcumuzu nasıl öderiz biliyor musunuz: Hayatımıza daha çok şiir, daha çok edebiyat; yani dolayısıyla daha çok güzellik, daha çok duygu, daha çok incelik, daha güçlü bir ruh durumu, daha fazla kendini gerçekleştirme potansiyeli katarak…
2020’deki bu büyük silkelenmeden sonra, haydi 2021’e böyle bir ‘To do list’le girelim… Sonra da ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ diyelim içimizden…