Writer: Naşide Sağlam
Date: 08/07/2020
Hepimizin içinde, dışımıza yansıttığımızdan daha derin, daha anlaşılmaz bir yanımız vardır. Hangi olay, hangi kişi bunu açığa çıkarır: Bilinmez bir tarihi bekler…
Yıllarca avukatlık yaptıktan sonra, hep içimden geçen, ihtiyacım olan ; o “ bir yıl ara verme” isteğini nihayet geçen sene gerçekleştirdim. Artık çalışmıyordum…
Başlarda “ biraz dinleneyim” moduyla hayatı, hafif adımlarla gezinirken sonrasında “ruhumu, doğamı yaşarım” moduna terfi etmeyi düşünüyordum. Bu bir yıllık süreçte, yeterince uyuyacak, dinlenecek, gezecek ve hayatımı hiç olmadığı kadar güzel ve mutlu yaşayacaktım. Daha sonra yenilenmiş ve enerjimi bulmuş bir şekilde çalışma hayatına geri dönecektim.
Ruhsal yönden huzurlu olduğumu düşünürken,bu hissi yeterince duyumsayamadığımı da fark ediyordum. Bu ruh halimi, eski yaşam alışkanlıklarıma yorumluyordum.
Evet, iş sorumluluğum yok, sıkıntım yok, stresim yok, ailemle birlikteyim…O halde epey rahat olmalıydım. Hayır!.. Böyle değildi… İçimde çözemediğim bir şeyler oluyordu. O hep iyi anlaştığım ruhum, bir dil konuşmak istiyordu ve ben anlayamıyordum. Sonunda dilini çözemediğim ruhum, bedenime yüklenmeye başladı. Her gün bir rahatsızlığım, bir hastalığım oluşuyordu. En son, “huzursuzluktan” yola çıkarak sebebini Google’da aradığım ,”huzursuz bacak sendromu” olmuştum. Doktorun :”Bir sıkıntınız mı var? Stresli misiniz ?” sorusuna verdiğim “Hayır, tam tersine çok rahatım. Stresli bir işim vardı. Şu anda böyle bir yük de yok. Psikolojim gayet iyi” cevabım, sadece beni ikna etmişti.
Doktorun verdiği kas gevşetici , vitamin ilaçlarını kullanırken “Acaba yeterince dinlenemiyor muyum? Yeterince uyumuyor muyum?” düşüncesi ile vücudumu daha çok dinlendirmeye çalışıyordum.
Sonra bir gün, mutfakta” 10 dakikada hazırlanıp, 30 dakikada fırında pişen, 5 dakikada yenen” türden bir kek yaparken “Şunu katsam ne olur, bunu da katsam, şu da iyi gider mi “ diyerek kendi zevkime göre bir kek hazırlamaya başladım. Kakaolu harcı da ekleyerek ;sanatsal bir görüntü oluşsun diye üstünü çizerek karıştırdığım kekin , ebruli görüntüsü ile fırından çıkmasını beklerken ; içimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Bu dünyada değil de kendi iç dünyamda bir yerlerdeydim. Tanıdık bir şeyler oluşuyordu. Küçücüktü ama kelebek gibi çırpındı.
Birkaç gün sonra, köye gittim. Baharı, doğayı köyde yaşamak istiyordum. Bir gün ,fotoğraf makinesi elimde, akşamüstü köye dönecek sürüyü bekliyordum. Takip ettiğim üstad fotoğrafçıların portfolyosunda mutlaka bir “sürü fotoğrafı” vardı. Hayranlıkla izlediğim toz bulut içindeki bu “sürü fotoğraflarından” bir tane de bende olmalıydı. Gün batımı ile birlikte koyunların sırtına vuran güneş ışıltıları ile oluşan kompozisyonu çekmek istiyordum. Toz bulutlu da olursa harika olacaktı.
Konuşlandığım yerde zamanın geçmesini beklerken; gözüm, hemen önümde duran çiçeklere takıldı. Gün batımı ile birlikte ışıl ışıl parlayan, albenileri daha da ortaya çıkan çiçekler, ne kadar güzellerdi, ne kadar masum… Çiçek fotoğraflarını çekmeyi seviyordum ama fotoğraf sitelerinde istediğim gibi paylaşamıyordum; çünkü çiçek fotoğrafları “konulu fotoğraflar “ kadar üstatlarca ilgi görmüyordu. Hatta, çektiğim fotoğrafları paylaştığım bir sitede, fotoğrafçı üyelerden biri, mesaj atıp :”Sizin oralarda daha farklı, daha güçlü kompozisyonlar çekebileceğiniz imkanlarınız varken ,çiçek fotoğrafları çekmek sizi geliştirmez” deyince çiçek paylaşımlarımı durdurmuş ve paylaşmaya çekinir olmuştum.
Çiçekler, işte şimdi; tam karşımdaydı. Rengarenk güzellikte ve kusursuzlardı. Hafif rüzgarın etkisi ile sallansalar da büyülü duruşlarından, asilliklerinden hiçbir şey kaybetmiyorlardı. Sürekli gülümsüyorlar mıydı ? Belki konuşuyorlardı… Duymayan bendim belki de. Hissediyordum onları. Sessiz bir iletişim içindeydik.Her şeyi unutmuştum, sürüleri bile .O anı yaşıyordum. Fotoğraflarını çekiyordum. Bir,iki…onlarca ,yüzlerce… Onları, o anları sonsuzlaştırmak istiyordum. Ömürleri o kadar kısaydı ki ; bir gün sonra yağacak doluda kaybolabilirlerdi… Onlar bunu umursamıyor gibiydi.Mutlu mutlu, bana poz veriyorlardı. Severek, gülümseyerek çekmeye devam ediyordum. Benim de içimde çiçekler açıyordu sanki.Fark edilmeyi bekleyen bu güzellikleri çekerken hislerimin farkına varıyordum sanki. Yine başka bir dünyada gibiydim.Yine kıpırtılar hissettim. Başka bir duygu, başka bir his.
Umutlu,sevgi dolu, çocukça ,masum, büyülü…Ruhumu sağaltıyordum…
Evet ,bulmuştum. Yıllardır ilgi görmeyi bekleyen hayal dünyam,düşlerim ortaya çıkıyordu. “En son ne zaman başroldeydi” diye düşündüm. 10 yıl önce mi? Hayır . Üniversite yıllarında mı ? Hayır. Lise de mi?Evet !.. Lise son sınıfta edebiyat dersi kompozisyon sınavı, en sevdiğim sınavdı. Edebiyat hocası, sınav kağıtlarımıza bir giriş paragrafı yazdırıp, devamını hikayelendirmemizi isterdi. Ve bilirdim ki gözü üstümdeydi. “Bu sefer ne yazacak?” diye meraklandığını da bilirdim. Her sınav kağıdına öyle karekterler koyup,öyle betimlemeler yapıyordum ki , hayal gücüm karşısında şaşırıp kalıyordu. Bitirip de verdiğim her sınav kağıdını hızlıca ve meraklı bir şekilde okurdu.
Şimdi bu çiçekler, sınav kağıdım olmuştu. Elimde kalem değil, bu sefer fotoğraf makinam vardı…
Sonra ne mi yaptım?
Belki bir şeyler karalarım diye yanımda taşıyıp; hiçbir sayfasına dokunmadığım küçük defterimi çantamdan çıkardım ve yazmaya başladım.
Öyle ya :
“Yazmak ,belki de düşlere itiraftı.”