Page 272 - NYXmag_SAYI_005
P. 272

Kültür - Sanat  / Röportaj





              Sabotaj Selim Erdoğan’ın komplo teorileri ve teorisyenlerini mizahi bir dille
                eleştirdiği bir roman. İthaki Yayınları tarafından 2021 yazı sonuna doğru
                                    yayımlanmak üzere yayına hazırlanıyor.


              Dünya’yı ve Dünya’daki büyük ölçüde raslantısal gelişmeleri gizli ve sonsuz güçlü örgütlerin asla bitmeyen oyunu
               olarak açıklayan teorilere, kopmlo teorileri deniyor. Olaylara ve insanlara iyi ve kötü etiketi basması, aynı basit
             modelle açıklayamadığı hiç bir şeyin olmaması hem ahlaki hem entellektüel konforun kaynağı. Belki bu nedenlerle
                                                     tercih ediliyorlar.

                                       Aşağıda Sabotaj'dan tadımlık bir bölüm sunuyoruz.




                 Selvi, büyük odanın bir ucundaki masasından kalkarak Gürler’e doğru yürüdü.
                 “Hoşgeldiniz Gürler Bey. Nihat Selvi. Külliye Genel Müdürü.”
                 “Hoş bulduk.”
                 “Buyurun şöyle geçelim.”
                 Gürler sol taraftaki duvara asılı zırhı, miğferli yağlı boya asker portrelerine baktı.
                 “Bunlar kim Nihat Bey?”
                 “Efendim Türk savaşçı portreleri. İranlı bir ressamın hediyesi. Kurulan her devleti bir asker temsil ediyor.”
                 Gürler birinin önünde durdu. “Bu Kimmerya Hakanlığı galiba?”
                 “Olabilir. Çok devlet kurmuş atalarımız. Hepsine vakıf değilim.”
                 “Conan’a benziyor. Sarı saçlar, alındaki metal band.”
                 “Kim dediniz efendim?”
                 “Barbar Conan. Çocukken okurduk. Çizgi roman kahramanı.”
                 Selvi masasına geçti. “Barbar? Bilakis. Atalarımız atlarıyla, kılıçlarıyla, oklarıyla medeniyetin taşıyıcısı oldular. Biz ona
                 Medeni Kenan diyelim ahahahahaha. Barbar Conan Medeni Kenan. Ahahahaha. Barbar Conan. Hiç duymamıştım.
                 Çizgi roman okumazdım. Buyurun oturun.”
                 Arka duvarda kütüphanenin her iki yanında Başkan’ın bilindik iki resmi alttan aydınlatmanın da etkisiyle bütün
                 savaşçı portrelerini sönük bırakmıştı.
                 Gürler madalyalar, ödüller, plaketler ve Türk bayrağı desenli minyatür bir halıyla süslenmiş büyük masif ahşap
                 masa önündeki deri koltuklarından birine oturdu. Nihat Selvi ellerini masa üzerine kavuşturmuş güleç yüzüyle ona
                 bakıyordu. Altmışlarında, belli belirsiz bıyıklı, gözlüklü, toplu yüzlü bir adamdı. Kahverengi, kare desenli bir ceket
                 giymişti. Özenle yana taranmış, hafifçe seyrek simsiyah saçları boyanmış olmalıydı.
                 “Tekrar hoşgeldiniz Hocam.” Gözlüğünü yukarı itti. “Odanıza yerleşebildiniz mi?”
                 “Yerleşiyoruz. Teşekkür ederiz.”
                 “Nasıl? Beğendiniz mi Külliyemizi?”
                 Gürler Çin malı armatürler ve küvet ayaklarına Nurgül’ün verdiği tepkiyi düşündü. “Evet.”
                 Selvi beklenti dolu gözlerle bakıyordu. “Bu kadar mı?”
                 “Evet!?”
                 “Ehehe. Çinliler gibisiniz Hocam. Onlar da duygularını belli etmezler. Milli gurumuzdur
                 Berhava. Diğer teknolojik araştırma külliyeleri de öyle ama aramızda kalsın Berhava gözbebeğimizdir. İlk kurulandır.
                 Avrupalılar da çok beğeniyor. Hayranlıklarını gizlemeye çalışmıyorlar. Bir görmelisiniz. Ağızları fantastik..fantastik
                 demekten kapanmaya fırsat bulamıyor.”
                 “Kıskanıyor olmalılar.”
                 “Kimisi öyle. Bence Çinliler daha çok kıskanıyor. Ağızlarından tek laf çıkmıyor. O kadar gezdiriyoruz, bakıp geçiyorlar.
                 Laf aramızda pek pisler. İş gereği seyahat ederim hocam. Amerika, Avrupa çok gezdim. Rusya, Pekin, Şangay. Çin
                 gibisini görmedim. Köpek yiyorlar. Böcek yiyorlar. Bildiğin böcek. Oraları gezdirdiler bize.”
                 “Yıkamadan mı?”
                 “Efendim?”
                 “Yıkamadan yememek lazım.”
                  “Köpeği mi?”
                 “Her ne yenecekse.”
                 “Eee. Evet..Neyse. Ama tabii yanlış anlamayın. Biz her şeyi göstermiyoruz. Esas çalışmaları görseler dipleri düşer.
                 Onlara çevreyi gezdiriyoruz. Çiçekler, giriş holü, sinema salonu bir de Endülüs geometrisi araştırma laboratuarı.”



                                                            NYX
                                                           272
   267   268   269   270   271   272   273   274   275   276   277