Writer: Sevil Balaban
Date: 08/07/2020
Atlatmaya çalıştığımız bu salgın günlerinde hayvanların da en az insanlar kadar zor zamanlar geçirmekte olduğu ve yardıma her zamankinden daha fazla ihtiyaç duydukları gerçeği yüreğimi kanatıyor. Sokaklarda yaşam mücadelesi veren hayvan dostlarımız, gerek daha önce kapılarında yemek buldukları birçok işyerinin kapanması, gerekse hayvan severlerin zaman zaman getirilen sokağa çıkma yasağı yüzünden yeterli besleme yapamamaları nedeniyle bu durumdan olumsuz etkilendiler. Besleme noktalarında uzun süre ne olduğunu anlayamadan korkak, ürkek bekleştiler. Çok şükür ki; sokak hayvanlarını besleyenlere tanınan ayrıcalık sayesinde bu durum bir nebze de olsa düzeldi.
Hayvan sevgisi dediğimiz şey, aslında avcı ve toplayıcı toplumlarda hiç bir şey ifade etmiyordu. İnsanlar tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda evcilleştirilmesine kadar, hayvanlar sadece yiyecek olarak görülüyordu.
Avcı atalarımızın karın doyurmak için avlanması anlaşılır bir şey ve o zamanlar hayatta kalmak için zorunluluktu. Ama sırf zevk için avlanmak, bir de buna spor adını vermek, insanın kendi kendini kandırmasından başka bir şey değil. Bana göre avcılığın bir spor dalı olduğunu savunmak, zevk için öldürmeyi yasallaştırma isteğinden başka bir şey değil. İnsan psikolojisinin karanlık tarafı burada devreye giriyor bence.
Mısır’da tahıl ambarlarına dadanan farelerden kurtulmak için ilk kedi evcilleştirildi. Köpek ise, insanlar tarafından korunmalarını sağlaması amacıyla kurttan evrimleştirilmiştir. Böylece kedi ve köpekler biz insanlarla yaşamaya başladılar.
Aslında “Sokak Hayvanı” kavramı tarım toplumundan çıkıp şehirleşmenin başlaması ile ortaya çıkan bir olgu. Şehirler bu kadar devleşmeden, bu kadar betona gömülmeden önce, bahçeli evlerin çoğunlukta olduğu bir ortamda hayvanlar bahçelerimizde, evlerimizde bizimle birlikte yaşıyordu. Ne zaman ki şehirler betondan oluşan birer yığına dönüştü, o zaman insanların öncelikleri değişmeye ve hayvanlar dışlanmaya başladı…
Sevgi, insan, doğa, hayvan diye bir ayırım yapmadan, her canlıya karşı gösterilmesi gereken bir histir. Hayvan sevgisi ise ancak temelde var olan insan ve doğa sevgisinin üzerine inşa edilebilir.
Şehirler büyüyüp doğadan koptukça “Hayvanat bahçeleri” denen cehennemler oluştu. Ben hiçbir canlının kafeslerin ardında olmasını kabul edemiyorum. Para kazanma uğruna hayvanın doğal yaşam şartlarına aykırı bir ortam yaratılması çok zalimce.
Hayvan beslemek, ihtiyaç kavramının dışına çıkıp, sosyal statü belirtisi olarak görülmeye başlayınca, para karşılığında üretilen hayvanlar gündeme geldi.
Üretim çiftliklerinin yanı sıra, bu üretilen hayvanların uygunsuz koşullarda satıldığı petshoplar da hayatımıza girdi.
Hayvan hakları yasasının değişmesi gereken en önemli maddelerinden biri de petshoplarda hayvan ticaretinin yasaklanmasıdır.
Sokak hayvanlarının hayat şartlarının iyileştirilmesi esas olarak belediyelerimizin görevi olmakla birlikte, özellikle çocukların ileride hayvan sever insanlar olması için yapılabilecek çok fazla şey var.
İlkokuldan başlayarak hayvan sevgisi ile ilgili ders konulmalı diye düşünüyorum. Bu derslerde çevre bilinci ve hayvanseverlik birlikte işlenmeli ve çocukların sokak hayvanları hakkında farkındalık kazanmalarına yardımcı olunmalıdır.
Bazı aileler, çocuklarının hayvanlardan korkmalarına neden olacak davranışlar sergiliyor. Bunun sonucunda çocuklar, hayvanların toplumdan uzaklaştırılması gerektiği şeklinde bir fikir ediniyor ve onlara zarar verme eğilimine giriyorlar. Bu davranışlar ileride çocuklarda hayvan fobisi ve olası başka psikolojik rahatsızlıkların oluşmasına neden olabilir.
Çocukların hayvan sevgisi kazanmasında kurumlar da sorumluluk alabilir.
Örneğin; televizyonlarda gösterilen dizi ve filmlerin senaryolarında, sokaklardan veya bakımevlerinden hayvan sahiplenilmesi ile ilgili konulara yer verilse ne güzel olur…
Örneğin; başrol oyuncularından biri hayvan dostu olsa, bu konuda rol model teşkil edecekleri için, sokak hayvanlarına bakış açısını değiştirmekte çok büyük katkısı olur.
Sahipsiz sokak hayvanlarının barınma, yiyecek ve tıbbi yardım kadar sevgiye ve şefkate de ihtiyacı var. Zaten sokaklarda çok zor şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bütün bu zorlukların yanı sıra, kötü niyetli ve şiddet eğilimli insanlara karşı o kadar savunmasızlar ki…
Sokak hayvanlarına karşı gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin artması, toplum sağlığını da tehdit ediyor aslında. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki; hayvanlara şiddet uygulayan kişilerin sonraki hedefleri çocuklar olmaktadır.
Sokaklarda yaşayan küçük dostlarımızı sahiplendirmek hem onların hayatını kurtarır, hem de çocuklarımıza hayvan sevgisi kazandırmada önemli bir adım olur.
Bir röportajda oyuncu Tuna Arman “Bu hayvanlara bakmak zorundayız. Uzaydan gelmedi bunlar. Allah yaratmış, bize emanet etmiş, görmezden gelemeyiz.” demiş.
Çok doğru. Onlar birer nesne, oyuncak değil. Onlar birer canlı. Bu dünyada onların da yaşamaya hakkı var. Bizler kadar hem de…
Bu köşemizde, zaman zaman hayvanların hayatına dokunan insanları konu edeceğiz. Zaman zaman, minik dostlarımızın hikayelerini anlatacağız. Zaman zaman da hayvan hakları ile ilgili gelişmelere yer vereceğiz…