Writer: Burçin Yaşar Üner
Date: 02/07/2021
Sosyal medya gün geçtikçe hayatımızda daha fazla yer kaplıyor. 16-24 yaş arası gençler günde yaklaşık 3 saatlerini sosyal medyada geçiriyorlar ve en sık kullanılan sosyal medya platformlarından biri olan instagramda, her gün 95 milyondan fazla fotoğraf ve video paylaşılıyor. Peki bu kadar yoğun maruz kaldığımız bu fotoğraf ve videolardan ne kadarı aslında gördüğümüz gibi ne kadarı gördüğümüzden farklı?
Başlarda sadece renklerle oynadığımız basit filtreler hayatımıza girdi.
Fotoğraflarımızı siyah-beyaz ya da kahverengi tonlarda görmek, biraz daha aydınlık veya parlak yapmak eğlenceli ve zararsızdı.
Sonra akıllı telefonlarımıza kolayca indirebildiğimiz photoshop uygulamaları çıktı. Başlarda onlar da zararsız görünüyordu. Makyajsız çektiğimiz selfielerimize makyaj yapabiliyor, istersek göz rengimizi saç rengimizi değiştirebiliyorduk. Snapchatle birlikte ise yüzümüzü tamamen değiştiren filtrelerle tanıştık. Kedi, köpek gibi sevimli karakterler şeklinde fotoğraf ve videolar paylaşmak çok eğlenceliydi. Sonra bu uygulamalar bir adım daha ileri gitti. Artık sadece bir iki dokunma ile burnumuzu küçültebiliyor, kırışıklıklarımızı silebiliyor ya da bacak boyumuzu uzatabiliyoruz. Profesyonel bir grafik tasarımcı gibi kendimizi istediğimiz şekle sokabiliyoruz. Ortaya çıkan fotoğraf artık bize hem benziyor hem benzemiyor. Peki bundan mutlu oluyor muyuz?
Pandemi günlerinde, eve kapanınca hayatımızı neredeyse tamamen sanal dünyada yaşamaya başladık. Kapanmanın ilk ayında Instagram ABD’li yetişkinlerin yaklaşık yüzde 50’sinin aktif olduğu ikinci en çok kullanılan sosyal platform oldu. (En üst sırada Facebook yer aldı.) Zoom kullanıcı sayısının yalnızca Nisan ayında milyonlarca arttığı bildiriliyor. Ve bir video konferans uygulamasının bile “görünüşüme rötuş yapma” seçeneği sunmasını sanırım hiçbirimiz garipsemedik. Houseparty sohbetleri, Zoom toplantıları, Facetime görüşmeleri derken tüm çevremizin sadece yüzlerini görüp, kendi yüzümüze de eskisinden daha fazla odaklandık ve kaçınılmaz olarak da kıyaslamaya başladık. Facetune pandemi döneminde uygulamalarının kullanımının yüzde 20 arttığını bildirdi.
Uzmanlar başta zararsız gibi görünen ve “küçük dokunuşlar”la başlayan bu eğilimin zamanla obsesif-kompulsif eğilimlere dönüşebildiğini söylüyor. Çünkü bir kez fotoğraflarınızla oynamaya başlayınca bir daha kolay kolay bırakamıyorsunuz. Ve diğerlerinin “mükemmel” fotoğrafları yanında sizinki sönük kalsın istemiyorsunuz.
Geçmişte, insanlar plastik cerrahlara giderken, benzemek istedikleri ünlülerin fotoğraflarını götürürlerdi, şimdi ise selfielerindeki filtreli görünümlerine kavuşmak için estetik yaptırıyorlar. Ve bu o kadar yaygın bir hale geldi ki, uzmanlar bu hastalığa artık “Snapchat dysmorphia” adını verdiler. Bu hastalıkta vücudunuzda herhangi bir kusur olmasa bile kusur varmış gibi görüyor ve düzeltmek istiyorsunuz.
Peki bu hastalığa yakalanmamak için sosyal medya kullanmayı bırakmak zorunda mıyız? Tabii ki hayır! Küçük birkaç değişiklik ile sosyal medyayı keyif alarak kullanmaya devam edebiliriz.
İlk olarak telefonunuzdaki Facetune ve benzeri uygulamaları silmekle işe başlayabilirsiniz. Fotoğraf düzenlemeye ayırdığınız zamanı da geri kazanmış olacaksınız, ki gerçek bağımlılar bu uygulamaların ne kadar zaman aldığını iyi bilir.
İkinci olarak takip ettiğiniz hesapları bir gözden gerçirmelisiniz. Örneğin asla filtresiz fotoğraf ya da video paylaşmayan hesapları takipten çıkabilirsiniz. Bu hesaplar takipten çıkamayacağınız arkadaşlarınıza aitse hesabı sessize almak da bir seçenek. Kendisi olmaktan mutlu olmayan insanların sizi de mutsuz etmelerine izin vermeyin.
Takipten çıktığınız hesapların yerine kendinizi iyi hissettirecek hesapları takibe alın. Profilinin %90’ı selfilelerden oluşmayan hesaplar gibi. Bu arada #nofilter etiketli fotoğraflara dikkat etmekte fayda var. Çünkü uzmanlara göre #nofilter etiketi ile paylaşılan fotoğrafların da %12’si aslında filtreli.
Sonuç olarak biraz parlaklık iyi gelebilir ama burnunuzu yok edecek kadar abartmamaya dikkat edin J