Writer: Ayça Akad
Date: 06/10/2021
Etkileyici İtalyan tarzı yaşamı deneyimlerken gündüzleri Akdeniz florasının baş döndürücü kokuları arasında, saklı koyların berrak suları içindeyken, eylemsizliğin tadını çıkarıp güneşe teslim olacaksınız. Akşamlarınıza ise şaraplarınıza eşlik edecek dramatik gün batımları ile başlayıp, deniz mahsulleri ile damaklarınızı şenlendirirken aldığınız her nefes için şükredecek ve son gün geldiğinde bu cennet parçasından ayrılmak istemeyeceksiniz.
Korsika’nın güneyinde, Akdeniz’in Sicilya‘dan sonraki ikinci en büyük adası olan Sardinya, tuz kokulu havası ile İtalya’nın yavaş yerleşimlerinden. Aşırılık yok. Koşturmaca yok.
Avcunuza aldığınızda parmaklarınızın arasından akacak incelikte bembeyaz kuma sahip kumsalları o kadar kıymetli ki, bazı plajlarda havlunuzu sermeniz ya da hatıra olsun diye yanınızda azıcık bile olsa kum götürmeniz yasak.
Yüksek sezon haziran ayında başlıyor. Adada 3’ü uluslararası olmak üzere toplamda 5 havalimanı bulunuyor. Türkiye’den aktarmalı olarak Alghero’ya uçabiliyorsunuz. Ya da kendinizi bir şekilde İtalya’ya atarsanız, ucuz havayolu şirketleri ile daha da uygun fiyatlara adaya ulaşabiliyorsunuz.
3 ayrı ülkeden gelip adada buluşan tatil timi olarak rotamızı “canımız nerede, ne kadar kalmak isterse” şeklinde planladığımız için sadece birkaç ana durak belirlemiş, kalacağımız otel ve pansiyonları da aralara serpiştirmiştik. Böylece adadaki telaşsızlığı tatil boyunca paylaşacaktık.
Alghero’ya indiğimizde kiraladığımız arabayla 2,5 saat uzaklıktaki Cagliari’ye doğru yola çıktık. İmkânları, dinlenmemize yetecek kadar olan otelimize eşyalarımızı bırakıp Piazza Yenne’de (Yenne Meydanı) tatili başlattık.
Adanın sükûnetine kanmayın zira gündüz ne kadar sakin görünse de gece hayatı bir o kadar hareketli.
Esas hedefimiz Cagliari olmasa da sabahki saatlerimizi, bir tarafı deniz diğer tarafı heybetli yapılar ve palmiyelerle dolu Via Roma’da geçirdik.
Orta Çağ sokaklarında biraz kaybolup yolun sonundaki gelatocu Peter Pan’da verdiğimiz iri porsiyonlu mola sonrası, pembe flamingoların refakatinde yola koyulduk.
Aslında Cagliari’nin tarihi milattan öncesine dayanıyor. Burada daha fazla vakit geçirmek isterseniz, şehrin kalbindeki mermer cepheli St. Remy kalesini, kendine özgü mimarisi ile adını üzerindeki fil heykellerinden alan 42 mt yüksekliğindeki Torre dell’Elefanet’i (Fil Kulesi), şehrin merkezindeki Roma antik tiyatrosunu ziyaret edebilirsiniz.
Günün ana durağı Villasimius bölgesindeki Sardinya’nın ünlü plajlarından Porto Giunco’ydu. Plajın bir ucunda, aynı isimli kulenin bulunduğu tepenin eteklerinde, yumuşacık kumu ve berrak suyu ile tatilimizin ilk 3’üne giren plajı olarak kayda geçti.
Denizden yeterince faydalandığımıza karar verince, SS125 numaralı otobanı kullanarak geceyi geçireceğimiz Cala Gonone’ye doğru yola çıktık. Bu otobanın 3km’lik kısmının, James Bond – Quantum of Solace filminde, Verona’da geçen kovalama sahnesinin çekildiği otobana benzerliği, fanatik bir Bond kızı olan benim için tatilin saklı sürprizlerinden biriydi.
Bu arada belirtmeliyim ki Sardinya çok düzlük bir arazi değil. Yollar tepelerin arasında dönerek yükselip alçalıyor. Tepeleri, yer yer tünellerle aşıyorsunuz. Genelde otobanı kullansanız da özellikle plajlara ulaşımda yollar daralıp kötüleşiyor. Beni araç tutmaz ama özellikle Cala Gonone’ye doğru inişe geçtiğimizde, benim bünyemin bile molaya ihtiyacı oldu.
Cala Gonone’de 2 gece geçirecektik. Genelde de gündüz aktivitelerimiz daha fazla olduğu için sakin olan liman tarafında, kişi başı 50 Euro’ya odalarımızı ayarladık.
Sabah erkenden civardaki meşhur koy ve mağaraları ziyaret etmek için, kişi başı 35 Euro ödeyerek ufak bir tekne kiralayıp kendimizi nefis bir mavi tur macerasına bıraktık. Sabah 11 gibi çıktığımız mavi tur akşam 5’e kadar devam etti.
Sırasıyla Cala Fuili, Cala Luna, Cala Sisine, Cala Biriola, Cala Mariolu, Unesco Dünya Mirası Listesindeki Cala Goloritze ve Capo Monte Santu’yu gördük. Nefes kesici kayalıkların altında saklanan mağaralara uğradık, bazılarında kendimizi suya atıp buz gibi suyun ve sınırsız mavinin keyfini çıkardık.
Birbirlerine yakın olmalarına rağmen neredeyse her mağaranın dokusu ve suyunun rengi diğerinden farklıydı. Bazısı, kayaların içerindeki demirden dolayı pembe-bordo iken bazısı kireçten beyaz, bazısı parlak turkuaz ya da lacivertti.
Mağara turu bitip plaj turu başladığında diğer koylar kalabalık diye rehberimiz Cala Biriola’da mola vermeye karar verdi. Burasının kumsalı minik beyaz taşlarla kaplı. Kötü diyemem ama Sardinya’nın pürüzsüzlüğü ile ünlü kumsallarını gördükten sonra buraya biraz burun bükebilirsiniz. Yine de deniz, muhteşem berraklığı ile kumsalı affettirdi.
Bir sonrakine daha erken saatte yola çıkıp Cala Luna’daki kumsalın keyfini sürmemiz gerektiğinin notunu alıp devam ettik. Cala Luna çok popüler olduğu için daha sakin olan Cala Fuili’de denize doyduk.
Denize girmek için tekne ile koylara gitmenize gerek yok çünkü sahilin çoğu aslında herkese açık plajlardan oluşuyor. Ama bu mağara ve koylar bölgenin önemli doğal oluşumları olduğu için, özellikle yüksek sezonda turist akınına uğruyor. Tatilinizi daha sakin bir döneme denk getirirseniz, keyfini daha çok çıkarırsınız.
Cala Gonone’dan Palau’ya doğru yola çıkıp günlük deniz ihtiyacımız için, suyunun renginden olayı Küçük Tahiti ismiyle de anılan, 700 mt uzunluğundaki meşhur Cala Brandinchi’de (Brandinchi Plajı) mola verdik.
Palau’ya akşamüstü ulaştık. Otelimize yerleşip akşam yemeği için deniz ürünü tüketmeye devam ederek ertesi günün planını yaptık.
Hedefimiz Palau’nun kuzeyinde bulunan, sadece tekneler ile ulaşılabilen koy ve plajlara sahip küçük adaları ziyaret etmekti. Ekibin bir kısmı önceki gelişinde La Maddalena’yı gördüğü için başka adaları değerlendiriyorduk.
Nadide pembe rengini kırık fosil mercan ve kristallerden alan Spiaggia Rosa’yı (Rosa Plajı) görmek için Maddalena takım adalarının en kuzeyinde bulunan Isola Budelli’ye (Budelli Adası) gitmek istesem de zodyakla yapılacak açık deniz seyahati ekibi zorlayacağı için tercihimizi daha yakın ve daha ufak bir adadan yana kullandık.
Gece çat pat İtalyancamızla anlaştığımız bir kaptan sabah bizi marinadan aldığı gibi cennetin ortasına bıraktı. Burası “bir adaya düşersen yanına alacağın 3 şey ne olurdu” diye sorduklarında “hangi adaya düşeceğimi seçebiliyor muyum” diye karşılık vereceğiniz yer.
Akşamüstü, cep numarasını almayı unuttuğumuz kaptanımızın bizi almaya gelip gelmeyeceği üzerine iddialara girerken, gelmese de olur ben burada yaşamaya devam edebilirim diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Bunca turist akınına rağmen bakirliğini nasıl koruduğu benim için büyük ikilem olsa da o adacıklardan birindeki minicik plajda geçirdiğim gün, özlemle hatırladığım paha biçilmez hatıralara sahip.
Yazık ki Palau’ya sadece 1 gün ayırmıştık. Ertesi gün Alghero’ya gidecek, sonraki gün de dünyanın farklı yerlerindeki evlerimize geri dönecektik. Tatili, daha ilk gününden bir defa uzattığımız için tekrar uzatmamız da mümkün değildi. Siz siz olun, en az birkaç gün daha ekleyip, Maddalena takımadalarındaki minik cennetleri sindire sindire ziyaret edin. Hatta denk getirirseniz Palau’ya 35 km uzaklıktaki Porto Cervo’da, Rolex’in sponsorluğunda yapılan Maxi Cup yelken yarışlarını da dünya sosyetesi ile birlikte izleyin.
Ertesi gün tatilin sonuna yaklaşmamızın verdiği hafif iç sıkıntısı ile Alghero’ya geri döndük. Böylece adanın çevresindeki tam turumuzu da tamamlamış oluyorduk.
Bronz çağından kalma köy harabelerini, adını Roma deniz tanrısından alan Neptün damlataş Mağarasını, harika trekking rotaları içeren Porto Conte parkını, 16.yy’dan kalma gotik Chiesa di San Francesco kilisesini görmeye vaktimiz kalmamıştı.
Gece Alghreo’nun kale surlarının içinde kalan merkezinde yediğimiz son yemeğimizden sonra otele geçtik. Sabah ise keşke daha uzun kalsaydık diye homurdanarak kahvaltı için sahile inip, Alghero’nun upuzun plajında ada ile vedalaştık.
Sadece denizi ve kumsalları ile değil, Barumini’deki Su Nuraxi gibi Unesco Dünya Mirası Listesindeki antik kalıntıları, su sporları, orta çağ şehirleri, Su Gorroppu Gorge Kanyonu gibi doğal güzellikleri ve lezzetli deniz ürünleri ile dolu bu adayı tek seferde keşfetmek pek mümkün değil. Gerçi Sardinya’yla tanıştıktan sonra uzak kalabilmeniz de mümkün değil.
Not:Bu yazıyı hazırlarken İtalya, hala pandemi kısıtlamaları kapsamında turistik vize vermeye başlamamış olsa da sınırlar yakında açılır diye umarak planlarınızı yapın. Çünkü her şey bir hayalle başlar.