Writer: Burçin Yaşar Üner
Date: 06/10/2021
“Sosyal medya” isim olarak sosyalleşme ve haber alma anlamlarını içeriyor. İyi günlerde sosyal medya kullanmak çok keyifli, peki ya kötü günlerde? Ülkece felaketlerle dolu bir yaz geçirdik. Önce günlerce süren, bir türlü söndürülemeyen yangınlarla hem ormanlarımız hem içimiz yandı, hemen ardından sellerle kaybettiğimiz koca bir ilçe oldu… Peki bu felaket günlerinde sosyal medyayı doğru kullanabildik mi?
Sosyal medya kullanırken amacımız iletişim kurmak ve bilgi paylaşımı yapmak. Sadece kötü günlerde değil her zaman kimleri takip ettiğimize, kimlerle iletişimde olduğumuza dikkat etmemiz gerekirken, özellikle felaket günlerinde bu daha da önem kazanıyor. Çünkü bir olay ne kadar büyükse bilgi kirliliği de o kadar fazla oluyor. Birçok hesap, resmi kaynaklar tarafından doğrulanmış bilgileri paylaşmak yerine, dikkat çekecek ve etkileşimi arttıracak yanlış bilgiler paylaşıyor. Örneğin biz Manavgat yangınının ne durumda olduğunu merak ettiğimiz için sosyal medyada gezinirken, 2019’da yanan Avustralya ormanlarından görüntüler karşımıza çıkabiliyor. Bunun ise bizi o anda psikolojik olarak daha da çökertmekten başka bir işe yaramadığı bir gerçek. Ve maalesef kötü kullanımın en masum hali bu.
Daha tehlikeli bir grup ise felaketin sebebini hemen bulanlar. Yangın şundan çıkmış, teröristler yapmış, x holding yine otel yapacakmış vb paylaşımlar, bize o anda hiçbir fayda sağlamamakla beraber, belli bir kesimi hedef gösterip nefreti onların üzerine yoğunlaştırıyor. Bunun sonuçları ise tehlikeli olabiliyor.
Yapmamız gerekenin ne olduğuna gelecek olursak; sosyal medya hem afet sırasında hem de sonrasında gönüllüleri harekete geçirmek için kullanılabilir. Ayrıca acil bir durumda yardım etme isteğini belirtmek için de kullanılabilir. Kurtarma çalışmalarına katılabilecek fiziksel güçte ve konumdaysanız ama nereye nasıl yardım edeceğinizi bilmiyorsanız sosyal medya üzerinden topluluklara seslenebilirsiniz. Resmî kurumların ya da güvendiğiniz hesapların bu konudaki paylaşımlarını repost ederek sizin durumunuzdaki diğer insanları da harekete geçirebilirsiniz. Kaos günlerinde bireysel hareket etmek yerine örgütlenmek çok daha faydalıdır.
Örgütlenmek demişken bir diğer dikkat etmemiz gereken konu, daha afet sona ermeden düzenlenen yardım kampanyaları. Örneğin yaşadığımız son felaketlerde daha yangınlar söndürülememişken, başka birtakım şeylere daha çok ihtiyaç varken hemen yanan bölgelere ağaç dikme kampanyaları paylaşılmaya başlandı. Birçoğumuz bağış yapıp, kampanyayı başkaları da görsün diye hesaplarımızda paylaştık. Bu elbette iyi niyetle yapılmış bir hareket fakat sonradan uzmanlar, yanan bölgelere hemen ağaç dikmenin doğru olmadığını, doğanın kendi haline bırakıldığında daha hızlı iyileşeceğini açıkladılar. Elbette bağışlanan paralar boşa gitmedi, kurum toplanan bağışlarla, yanan yerler yerine başka yerleri ağaçlandıracaktır. Ancak duyarlılık yarışına girmeden sakin ve mantıklı hareket etmekte fayda var.
Bağış yaparken de dolandırıcıların ağına düşmemek için de ya resmi kurumlara, yada birebir tanıdığımız güvendiğimiz insanların yürüttüğü kampanyalara katılmaya dikkat etmeliyiz. (Evet böyle büyük felaketleri bile fırsata çevirmeye çalışan insanlar maalesef var)
Duyarlılıktan bahsetmişken, felaket günlerinde en çok eleştirilen insanlar günlük paylaşımlarına ara vermeden devam edenler oldu. Elbette bu onların olanlardan etkilenmediği anlamına gelmez ancak rutin paylaşımlarımıza ara vermenin düşünemediğimiz faydaları olabilir. Yani bunu yapmadaki asıl amacımız “duyarlı görünmek”ten öte, faydalı bilgi akışına engel olmamak. Bir afet sırasında sosyal medya, yol kapatma güncellemeleri, tahliye yolları, afetzedeler için oluşturulmuş yardım alanları, sığınak yerleri ve daha fazlası gibi en güncel bilgilerin büyük kitlelere ulaşmasını sağlar. Bunun yanında yakınlarını ya da evcil hayvanlarını arayıp bulamayanlar da tabii ki en etkili ve hızlı yol olan sosyal medyayı kullanıyor. Dolayısıyla o gün nerede kahve içtiğimizi paylaşmak yerine, güvendiğimiz hesapların paylaştığı bu tür haberleri repost ederek daha faydalı olabiliriz. Repost etmek istemiyorsak da en azından sessiz kalarak akışta kalabalık etmemek bir tercih olabilir.
Tüm bunların dışında farkında olmadan kendimize yaptığımız bir kötülüğü bilim insanları artık “doomscrolling” olarak adlandırıyor. Türkçe’ye “felaket kaydırması” olarak çevirebileceğimiz bu terim, bizi üzeceğini, endişelendireceğini veya sinirlendireceğini bildiğimiz haberleri okumaktan kendimizi alamadığımız anlamına geliyor. Kriz ve belirsizlik dönemlerinde birçoğumuz doğal olarak haberlere daha fazla dikkat ediyor, cevaplar arıyoruz. Bunda şaşıracak bir şey yok ama şunu söylemeliyiz: haberlerin çoğu kötü! Bunu bildiğimiz halde hala sayfaları kaydırmaya devam ediyoruz. Ancak uzmanlara göre üst üste çok fazla kötü habere maruz kalmanın ruh sağlığımıza olumsuz etkileri var.
Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en yıkıcı ve en ölümcül kasırgalarından biri olan Katrina Kasırgası bundan 16 yıl önce Körfez Kıyısını vurduğunda, Facebook sadece bir yıldır hayatımızdaydı. Standart iletişim biçimleri televizyon, gazeteler, radyo, sabit telefonlar ve cep telefonlarıydı. ‘Sosyal medya’ bu derecede önemli değildi ve kesinlikle bugün olduğu gibi afete hazırlık, kurtarma ve yardım üzerinde büyük bir etkiye sahip değildi. Ancak artık insanların haberleri alma biçiminde bir değişiklik meydana geldi. Birçoğumuz gece haberlerini veya sabah gazetelerini beklemek yerine, olaylar gerçekleştiği anda öğrenebiliyoruz ve aslında bilgiye ulaşma hızının gerçekten ne kadar değerli olduğunu yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. Üstelik bir felaket nedeniyle diğer iletişim biçimleri kesilse bile, sosyal medya hala var. İyi ki de var…