Writer: Ayça Akad
Date: 25/12/2023
Bildiğiniz tüm Avrupa şehirlerini, egzotik tatil bölgelerini ve adrenalin turlarını unutun. Dünya üzerinde olup dünyaya ait olmayan ütopik bir adadan bahsedeceğim size. Bu sıralar, volkanik faaliyetlerinden dolayı haberlerde sıkça karşımıza çıkan, Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde, Grönland’ın karşı komşusu, ateşle buzun ülkesi İzlanda’dan…
Kuzey Amerika ile Avrupa kıta plakalarının birbirini itmesi ve volkanik aktiviteler sonucu oluşmuş, yüzölçümü sürekli değişken olan İzlanda, hacimsel olarak Avrupa’nın en büyük buzuluna ev sahipliği yaparken bir yandan da 30 kadarı aktif olmak üzere 130 civarında volkanı kucaklayan benzersiz bir kara parçası.
İzlanda, ordusu olmayan tek Nato ülkesi. Hala ülkemizden direkt uçuşla gidilemeyen bu ülkenin ana dili İzlandaca, para birimi ise İzlanda Kronu. Madeni paralarının üzerindeyse, ekonomisinin temelini oluşturduğundan dolayı olsa gerek, balık kabartmaları bulunuyor.
800’lerin sonunda, adaya gelen Norveçli bir Viking kabilesi ile başlayan yaşam, sonraki yüzyıllarda İskandinav halklarının, İrlanda ve İskoç kökenli kölelerin adaya göçmesi ile devam etmiş. 15- 18. yüzyıllar arasında bölgeyi etkisi altına alan salgın hastalıklar, korsanlık faaliyetleri, volkanik patlamalar gibi sebeplerle nüfusun büyük bölümü hayatını kaybetse de adadan ayrılmayan halk, 1944’de bağımsızlığını ilan etmiş.
Havası anlık değişen adanın, her mevsimi yüksek sezon. Kuzey ışıklarını görmek için eylül-mart arası, buzul mağaralarını keşfetmek için kasım sonrası, gün ışığından maksimum faydalanıp tüm adayı gezmek için yaz dönemi gitmeniz gerekiyor. Kuzey kutup dairesinde bulunmasına rağmen Gulf Akıntısı nedeniyle, aynı enlemdeki diğer bölgelere göre ılıman iklime sahip olsa da “ılıman” kısmı sizi yanıltmasın, ölçülen en düşük sıcaklık -39.7 °C.
Dünyanın en kuzey başkenti olan Reykjavik, kısa sürede gezilebiliyor. Nüfusu yaklaşık 400 bin civarındaki İzlanda halkının büyük çoğunluğu bu şehirde yaşıyor. İzlandaca “dumanlı körfez” anlamına gelen şehirde hava sıcaklıkları kış aylarında -1 °C iken yaz mevsiminde +11 °C’lerde.
Şehrin en etkileyici yapısı Hallgrimskirkja Kilisesi. Adaya özgü volkanik bazalt oluşumlardan esinlenilerek yapılan kademeli beton cephesi ile şehrin en yüksek binası. İnşaatı 1945’de başlayan kilisenin 73 metre yüksekliğindeki çan kulesine çıktığınızda Reykjavik ayaklarınızın altına seriliyor. Önündeki meydanda ise, Colomb’dan çok önce Amerika kıtasını keşfettiği düşünülen ulusal kahramanları Leifur Eirikson’un heykeli bulunuyor.
Ciddi bir ekonomik durgunluğun ortasında, 164 milyon Euro harcanarak inşa edilen konser binası Harpa, şehrin diğer ikonik yapılarından. Dörtgen formlu petekli cam cephesi Reykjavik gibi bir şehrin siluetini temelden değiştirmeyi başarmış.
Şiddetli rüzgâra dayanabilir ve sahilde bir yürüyüşe çıkarsanız, deniz kenarında umudu, ilerlemeyi ve özgürlüğü simgeleyen Sun Voyager heykeli görebilirsiniz.
Adanın tarihi ve Viking medeniyeti hakkında bolca bilgi bulabileceğiniz İzlanda Ulusal Müzesi, İzlanda Sanat Müzesi, Viking Denizcilik Müzeleri ile İzlanda doğasını interaktif olarak deneyimleyebileceğiniz Perlan da şehrin ilgi çeken yerleri.
Reykjavik’in ana caddeleri Laugavegur ve Skolavordustigur üzerinde bolca kafe, restoran ve mağaza ile duvarları süsleyen onlarca mural bulunuyor.
1500 km uzunluğundaki “Ring Road” isimli rotayı takip ederek adanın tamamını gezebiliyorsunuz. Fakat bunun için hem geniş bir vakit hem de hava şartlarının uygun olması gerekiyor. Kış döneminde giderseniz risk almamak adına otobüs turlarına katılmanızı öneririm. Adanın coğrafyasından dolayı raylı sistemi yok. Araç kiralamak çok ekonomik gelse de yola çıktığınızda kendinizi aniden patlayan bir kar fırtınasının ortasında bulabilirsiniz. Biz de popüler rotalardan biri olan yarım günlük “Golden Circle” turuna katıldık. Rota Reykjavik’ten başlıyor ve yaklaşık 6 saatte ülkenin şaşırtıcı doğal güzelliklerini görebiliyorsunuz.
İlk durağımız kıpkırmızı toprakla çevrelenmiş, 3 bin yaşında, 55 metre derinlikteki volkanik krater gölü Kerid oldu. Yanardağın merkezindeki magmanın tükenip altındaki toprağın çökmesi sonucu oluşan krater gölü, mavimsi yeşil rengini yeraltı sularındaki minerallerden alıyor.
Gayzerleri görmek için Haukadalur Vadisi’ne doğru yola çıktık. Toplu iğneyle delindikten sonra içindeki buharı boşaltıyormuş gibi görünen tepelerin arasından ilerleyip araçtan indiğimizde etrafı yoğun bir kükürt kokusu kapladı. Kaynayan çamur havuzlarını geçip bölgenin meşhur iki gayzeri Strokkur ve Geysir’e ulaştık.
Yeraltı sularının sıcaklık ve basınç etkisi ile belli aralıklarla yeryüzüne çıkarken oluşturduğu gayzerlerden Strokkur 8-10 dakikada bir, 90°C’lik suyu yaklaşık 25-35 metre yükseğe doğru püskürtürken Geysir pek aktif değil.
Diğer durağımız Gullfoss Şelalesi. Adını İzlandaca “altın” anlamına gelen “gull”dan alıyor. 32 metre yüksekten kademeli şekilde dökülen şelalenin kaynağının, adanın büyük buzullarından Langjökull olduğunu öğreniyoruz.
Golden Circle turunun son durağı, Game of Thrones’un çekildiği, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Thingvellir Milli Parkı.Avrupa ve Kuzey Amerika tektonik plakalarının birbirini iterek her sene 2 cm kadar büyüttüğü Silfra Yarığı’na ev sahipliği yapan bu büyük milli park aynı zamanda İzlanda’nın siyasi tarihi için de önemli bir bölge. İzlanda parlamentosu “Alting” burada toplanmışken infazların gerçekleştirildiği “Drekkingarhylur” yani “boğulma havuzu” da bu parkın içinde bulunuyor.
Yer altından çıkarken, gözenekli tektonik kayaların içinden süzüldüğü için filtrelenen Silfra’nın suyu o kadar berrak ki, görüş mesafesi 100 metrelere ulaşıyor. Bu da burayı dünyanın pek çok yerinden gelen dalgıçların gözde duraklarından biri yapıyor.
Akşam ise heyecanla beklediğimiz “Kuzey Işıkları Avı”na çıktık. Güneşten gelen parçacıkların, dünyanın manyetik alanına çarpması ile oluşan sürreal ışımaya “Aurora Borealis” deniyor. Yazık ki kuzey ışıklarını her zaman göremiyorsunuz. Sadece belirli aylarda gelmeniz yetmiyor. Gökyüzünün durumu, aktivitenin yüksek olduğu yerleri bulmak ve karanlık bir bölgede olmak gibi pek çok parametreye bağlı.
Thingvellir Milli Parkı’nın ücra köşesinde, Samanyolu’nun tüm yıldızlarını tek tek sayabileceğimiz kadar berrak bir gökyüzü altında, iliklerimize işleyen kupkuru soğuğa alışmaya çalışırken rehberimiz İzlandanın meşhur atıştırmalığı “Hakarl” yani fermente edilmiş köpek balığı eti ikram etti. Eti ağzıma attığımda damağıma yayılan keskin amonyak tadından, burnumun koku alamayacak kadar donduğunu fark ettim. Hemen arkasından da hem ısınmamız hem de Hakarl’ın tadını unutmamız için ikram edilen “kara ölüm” lakaplı Brennivin’i tek yudumda içtim.
Gece 3’e doğru, artık pes etmek üzereyken gökyüzünde hafif bir hareketlilik fark ettik. Derken herkesten çığlıklar yükseldi ve hayatımda asla unutamayacağım o muhteşem ışık kümesi yavaşça büyüyerek yaklaşmaya başladı. Dev bir fırçayla gökyüzünü boyuyormuşsunuz gibi görünen bu etkileyici doğa olayı karşısında neredeyse hepimizin boğazı düğümlendi.
Kuzey ışıklarını fotoğraflamak için telefonlarımıza “Northen Lights” isimli aplikasyonu yüklesek de, uzun pozlama yapan profesyonel bir fotoğraf makinemiz ve tripotumuz olmadığı için dergilerdeki güzel fotoğraflardan çekemedik. Birkaç denemeden sonra telefonlarımızı kenara bırakıp ne kadar şanslı olduğumuzu düşünerek gökyüzünü izledik.
Sonraki günümüzü, İzlanda’nın diğer popüler aktivitesi olan güney turuna ayırdık. Bir tam gün ve yaklaşık 800 km uzunluğundaki rotada bulunan bazı yerleri, hava erken karardığı için atlamak zorunda kalsak da beklediğimizden çok daha güzel manzaralarla karşılaştık.
İlk durağımız Game of Thrones hayranlarının hatırlayacağı Skogafoss Şelalesi’ydi. Heybeti yaklaştıkça anlaşılan bu şelale 62 metreden dökülüyor ve genişliği 25 metre. Yarım saatlik moladan sonra Eldhraun Lav tarlasına girdik. Yolun iki yanı, parlak yeşil renkli süngerlere benzeyen yosunlarla kaplıydı. Birkaç yüzyıl önce soğuyan lavların üzerini örten bu özel yosunlar “icelandic moss” olarak biliniyor. Yolun kenarına park edip “Scenic Lava Walk” isimli kısa parkurda yürüyebiliyorsunuz.
Uzaktan 1490 metre yüksekliğindeki Hekla’yı fark ettik. 800’lerden beri 20’den fazla patlayan bu şiddetli yanardağ, İzlandacada “kapüşonlu pelerin” anlamına geliyormuş ve Orta Çağ’da cehennemin kapısının burası olduğuna inanılıyormuş. Günümüzdeyse hala, Paskalya’da cadıların Hekla’nın zirvesinde toplandığına inananlar varmış. 2010’daki patlaması ile Avrupa hava sahasını günlerce bloke eden meşhur Eyjafjallajökull’ünde yakınından geçtik.
Okyanusa doğru baktığımızda, İzlanda’ya ait en genç kara parçasını gördük. 1960’ların başında, volkanik bir patlama sonucu oluşan Surtsey Adası, adını İskandinav mitolojisindeki ateş devinden almış. Oluşumundan kısa bir süre sonra ekosistemi gelişen ada 2008 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine girmiş. Özenle korunan florası, doğa ve biyolojik araştırmalar için çok uygun olduğundan sadece sınırlı sayıda bilim insanının erişimine izin verilen Surtsey, dünya üzerinde girilmesi yasak olan sayılı doğal alanlardan biri.
Vik kasabasının yakınlarındaki Black Beach yani Reynisfjara, muhtemelen İzlanda’da en çok fotoğraflanan bazalt kolonlarla çevrili siyah kumsallardan. Sólheimasandurise 1973’de acil iniş yapan askeri uçağının kalıntılarının bulunduğu başka bir ziyaret noktası.
Reykjavik’ten 380 km uzaktaki son durağımız, Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajökull’in içinde bulunan Glacier Lagoon’a yani Jökulsarlon buzul gölü. İklim değişikliği sebebi ile erimeye başlayan buzulların oluşturduğu gölde botlarla tura çıkabiliyor, dev buzul parçaları arasında gezebiliyorsunuz. Bu arada Vatnajökull İzlanda’nın yüz ölçümünün yaklaşık %10’nu kaplıyor. Gölün okyanusa kavuşurken taşıdığı büyük buzul parçalarını göreceğiniz simsiyah kumsal ise Diamond Beach olarak biliniyor.
Vatnajökull Milli Parkının içinde, kasım ortasından itibaren sadece rehberlerle girebileceğiniz Crystal Cave isimli buzul mağaraları var. Bu mağaraların yeri ve büyüklüğü her sene değişiyor. Bazısı eriyor, bazılarıysa yeni keşfediliyor. Bu aktivite yaklaşık yarım gün sürdüğü için genelde bölgenin yakınlarındaki Hofn’da konaklanıyor.
Arkasından da dolaşılabilen 40 metre yüksekliğindeki Seljalandsfoss, mağaramsı bir kanyondan geçerek görülebilen Gljufrafoss ve görkemli bazalt kayalıklardan akan Svartifoss şelalelerini de güneş erken battığı için ziyaret edemedik.
İzlanda’daki son günümüzü, Reykjavik’e yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan jeotermal kaplıca Blue Lagoon’da geçirdik. Enerji üretim alanı iken, çıkan suyun içindeki minerallerin sağlığa faydaları keşfedilince büyük bir spa tesisine dönüştürülen Blue Lagoon İzlanda’nın popüler yerlerinden. Sıcaklığı 39°C olan, uçuk mavi dev havuzun içindeyken, sudan hiç çıkmadan bardan bir içki alıp ücretsiz kil ve yosun maskeleri ile cilt bakımı yapabiliyorsunuz.
İzlanda’nın elektriğinin tamamı, ısınmanın da büyük kısmı hidroelektrik santrallerinden ve jeotermal kaynaklardan geliyor. Çevreyi ve doğayı koruma konusunda o kadar hassaslar ki, adaya kendi ülkenizden hiçbir tohum ya da hayvan getirmenize izin verilmiyor. Hatta dünyaca ünlü İzlanda atları, bir yarışma için adadan çıkartılırsa bir daha adaya geri dönemiyor.
Toprağı bitki tutmayan bu ülkedeki az sayıda tarım arazisi adanın güney kesiminde bulunuyor. İzlanda’nın buzullarla örtülü olmayan diğer bölgelerindeki otlaklarda ise hayvancılık yapılıyor. Yabani hayvan türü yok denecek kadar az. Ülkede sivrisinek dahi yaşamıyor.
Geneli pahalı olsa da, hafif bir yemek için Laugavegur Caddesi’nin sonundaki Bæjarins Beztu Pylsur isimli sosisli büfesini, akşam yemeği içinse Sægreifinn‘de ıstakoz çorbası ve balina etini denemenizi öneriyorum.
Svarta Kaffið isimli bistroda, ekmeğin içinde sunulan sıcacık çorbalar, tüm gün hava koşulları ile mücadele eden vücudunuzu ertesi günkü maceranıza hazırlayacak hem doyurucu hem de makul fiyatlı bir diğer seçenek.
Bu kadar pahalı bir ülkede ne alınır derseniz, Omnom marka çikolata barları, Nordur marka deniz tuzu ya da North 66 markasından zorlu hava koşullarına uygun kıyafetler satın alabilirsiniz.
Yukarıdaki aktivitelerin dışında, buzullar üzerinde günlük yürüyüş turlarına katılabilir, balinaları izlemek için tekneyle okyanusa açılabilir, İzlanda atlarının yetiştirildiği çiftliklerde binicilik dersleri alabilir, Puffin isimli sevimli kuşların göç zamanlarında gözleme çıkabilir, dalış yapabilir, volkanlara yakından bakabilirsiniz. Bu turların hepsini bütçenize göre kiralık araçla, tur otobüsleriyle, 4X4 dev jeeplerle ya da helikopterle gerçekleştirebilirsiniz.
Ülkenin genelini turla gezsek de Verdur isimli uygulamadan hava durumunu, Aurora Forecast isimli aplikasyondan da kuzey ışıklarının aktivite yoğunluğunu sık sık kontrol ettik.
Pek çok gezginin hayallerini süsleyen bu fantastik ülkede, insan ırkının hayatta kalma inadını sorgularken, doğanın ihtişamı ve gücü karşısında ne kadar çaresiz olduğumuzu hatırlayacaksınız. Gaia ile bağınız güçlenirken hayata bakışınız kökten değişecek.
Şimdiye kadar görüp görebileceğiniz en özel yer burası. Olağanüstü manzaralara şahit olurken size gökyüzünde kuzey ışıkları eşlik edecek. İşte o zaman burası için neden “var olmayan ülke” dediğimi anlayacaksınız.