Alternatif Paris Seyahati, Roland Garros

Writer: Ayça Akad

Date: 20/08/2024

PAYLAŞ

Tenis severlerin heyecanla beklediği “toprak“sezonunun en prestijli Grand Slam turnuvası “Fransa Açık” kısa süre önce sona erdi. Her sene mayıs sonunda başlayıp 2 hafta süren Roland Garros’u ekrandan değil yerinde izlemeye karar verdiğimde, turist olarak defalarca ziyaret ettiğim Paris’in, böyle bir organizasyona nasıl ev sahipliği yapacağını merak ediyordum. Zira şimdiye kadar Paris’le yıldızımız pek barışmamıştı.

Roland Garros, sadece üst sınıf sporcular arasında oynanan ve yoğun rekabetin yaşandığı bir turnuva değil, önemli ve görkemli bir kültürel etkinlik. Dünyanın dört bir yanından, bu eşsiz atmosferin tadını çıkarmak için gelen tenis tutkunlarına, birinci sınıf tesislerde doyurucu bir deneyim sunuluyor.

Turnuva 1891’de Fransa Şampiyonası olarak başlamış. 1897’ye kadar sadece Fransız erkek sporcuların yarıştığı bir turnuvayken, 1925’te uluslararası katılımcılara açılmış. 1928’deki Roland Garros kortunun inşasına kadar şampiyona başka kortlarda oynanıyormuş.

Paris 16. bölgede bulunan spor kompleksinde, 3’ü büyük toplam 20 kadar toprak kort, kapsamlı bir tenis müzesi, irili ufaklı butikler, dinlenme alanları, restoran ve barlar, basın ve vip alanı ile eğitim merkezi bulunuyor.

Aslında Roland Garros Spor Kompleksi, 13.5 hektarlık alanı ile diğer 3 büyük turnuva arasında en küçüğü. Yine de içeride her türlü ihtiyacınızı rahatlıkla karşılayabiliyorsunuz.

Dışarıdan yiyecek ve içecek getirebiliyorsunuz. İçme suyu için pek çok istasyon bulunuyor. Hem sabit hem taşınabilir şarj cihazları temin ediyorlar ve bu hizmet ücretsiz. Her köşede yiyecek ve içecek satılıyor. Akşam yemekleri için food court’u tercih ettim. Gündüzleri ise çantama doldurduğum kurabiye, kuruyemiş ve “pain au chocolat” ile günü geçirdim.

Turnuva biletlerimi satışa çıkar çıkmaz aldım. Böyle büyük bir etkinliğe katılacaksanız, sonradan bilet bulmak çok zor oluyor. Turnuva programı, maçlardan 1 gün önce belirlendiği için, bilet seçerken biraz kör atış yapıyorsunuz. Gece maçlarını Philippe Chatrier’de, gündüzleri diğer 2 ana korta bilet aldım. Böylece hepsini deneyimleyebildim.

Bilet almakta geciktiyseniz ya da sadece genel alan girişi biletiniz varsa bile pek çok yıldız sporcuyu izleyebiliyor, kortlar arasında gezinirken tenis oyuncularına rastlayabiliyorsunuz. Maç ve antrenman programları, hava şartlarına ve uzayan müsabakalara göre sürekli güncellendiği için, izlemek istediğiniz maçları aplikasyondan kontrol etmeniz gerekiyor. Zaten sadece birkaç maç izlerim düşüncesiyle katılınacak bir etkinlik olmadığını gittiğinizde anlıyorsunuz. Diğer kortlardan gelen alkış ve tezarruat sesleri, heyecanınızı sürekli yüksekte tutuyor.

Turnuva öncesindeki elemelerde, sporcular ana tabloya girebilmek için yarışıyor. Bu sene Türk tenis tarihi için önemli bir seneydi çünkü 7 yıl sonra ilk defa bir Türk kadın tenis oyuncusu Zeynep Sönmez, elemelerden gelerek turnuvada yarışmaya hak kazandı.

Victor Hugo Meydanı yakınında çok keyifli bir daire kiraladım ki alana tek metro ile 5 durak mesafedeydi. Bu işimi çok kolaylaştırdı. Kapılar sabah 10’da açılıyor. 10:30 gibi antrenmanlar, 11’de ise maçlar başlıyor, tabi meteoroloji izin verirse. Akşam seansı ise 8:15’de başlıyor ve kaçta biteceği belli olmuyor. O nedenle kalacağınız yerin yakınlığı çok önemli. Gündüz seansından sonra eve geçip biraz dinlenirim diyordum ama ortam öyle etkileyici ki alandan ayrılmak istemiyorsunuz.

Roland Garros, 1. Dünya Savaşı pilotuymuş. Merkez kort ise adını, 20 yıl Fransız Tenis Federasyonu, 14 yıl da Uluslararası Tenis Federasyonu başkanlığı yapan eski tenisçi Philippe Chatrier’den alıyor. Gece maçları sadece bu kortta oynanıyorken gün boyunca da dünyanın en iyi tenis oyuncularının maçlarına ev sahipliği yapıyor.

Paris’in havası genelde serin ve yaz ortasına kadar yağışlı. Bu da turnuva programını çok etkilediği için 2020 yılında, 15 bin kişilik kapasitesi ile dünyanın en büyük toprak kortu ünvanına sahip Philippe Chatrier’in çatısına açılıp kapanabilen bir konstrüksiyon eklenmiş. Bu sayede yağmur yağarken de içeride maçlar devam edebiliyor. Tasarımında, uçak kanadından ilham alınan çatı, 12 dakikada kapanabiliyor.

1994 yılında inşa edilen Suzanne Lenglen Kortu, 10 bin kişilik kapasitesi ile göz dolduruyor. 1920-26 yılları arasında Wimbledon Tenis Turnuvası’nı üst üste kazanarak uluslararası bir kadın şampiyon olan Lenglen’in anısına yapılan kortun üzeri ise şansımıza bu sene kapatılmış.

Simmone Mathieu Kortu bence içlerindeki en samimi kort. 5 bin kişilik oturma kapasitesine sahip kort 2019’da inşa edilmiş. Kortun etrafı sera ile çevrili ve bu korta ulaşmak için sempatik bir botanik bahçeden geçiyorsunuz. Simmone Mathieu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa askeri tarihindeki ilk kadın birimi olan Fransız Gönüllüler Birliği’ni kurup yöneten eski bir kadın tenisçi.

“King of the Clay” Rafael Nadal’ın Roland Garros’ta 14 şampiyonluğu bulunuyor. Novak Djokovic’in 3, Roger Federer’in ise sadece 1 defa kupayı kaldırdığı turnuvada en çok şampiyonluğu olan kadın tenisçi Chris Evert ve en genç şampiyon Monica Seles’miş.

Toprak kort diyoruz ama aslında yüzeyde gördüğünüz malzeme kırmızı tuğla tozu. Onun altında ise taş, çakıl, volkanik kalıntı ve beyaz kireçtaşı katmanları bulunuyor. Bu yüzey, diğer zeminlere göre daha yumuşak olduğu için eklemleri koruyarak yaralanma riskini azaltıyor. Öte yandan top diğer kortlara göre daha yavaş hareket ettiği için maçları daha uzun ve yorucu bir hale getiriyor. Bu da sporcuların ekstra dayanıklılık, strateji ve teknik ortaya koymasını gerektiriyor.

1800’lerin sonunda, Renshaw Kardeşler, sıcaktan solmaya yüz tutmuş çim sahaları kaplamak için pişmiş toprak tozu kullanmaya başladıktan sonra aynı kalan konsept, teknolojik olarak gelişip bugünkü toprak kort kavramını ortaya çıkarmış.

Tek erkekler kupasının ismi “dört silahşörler” anlamına gelen “Coupe des Mousquetaires “. Bunlar, 1927’den itibaren üst üste Davis Kupasını kazanan 4 ünlü Fransız tenisçi Jean Borotra, Jacques Brugnon, René Lacoste ve Henri Cochet. René Lacoste sağlık sebepleriyle tenise oyuncu olarak devam edemese de Fransız Davis Cup Takımının başkanlığını yapmış. Aynı zamanda bir iş adamı olan Rene 1933’te moda markası Lacoste’u kurmuş. Şirketin logosu ise, timsah derisinden yapılma bir bavul için girdiği iddia üzerine bir gazetecinin ona bu lakabı vermesi ile başlamış.

Saf gümüşten yapılan dört silahşörler kupası, 17.yüzyıldan itibaren Fransa, İspanya ve İtalya’nın kraliyet mücevherlerini ve taçlarını da tasarlayıp üreten, dünyanın en köklü ve prestijli kuyumculuk firması sayılan Maison Mellerio dits Meller tarafından dizayn edilip yapılmış. Çok değerli olan bu kupa, stadyumu terk edemiyormuş. Kupanın mermer kaidesine, yeni şampiyonun ismi yazılıp, kazanan sporcuya evine götürmesi için daha küçük bir kopyası veriliyormuş. Kupaların taşıma çantaları ise Louis Vuitton tarafından özel olarak imal edilmiş.

128 kadın 128 erkek tenisçinin katıldığı, 5 kategoride yoğun rekabetin yaşandığı, her sene 500 binden fazla biletin satıldığı, 65 bin civarında topun kullanıldığı turnuva, Grand Slam’ler arasında pazar günü başlayan tek turnuva ünvanına sahip.

Turnuvadan önceki cumartesi günü düzenlenen Yannick Noah Günü’nde, tüm kompleks büyük bir festival alanına dönüşüyor. Tenisin büyük yıldızlarının halka açık gösteri maçları, konserler ve çeşitli etkinlikler sayesinde katılımcılar keyifli vakit geçirirken elde edilen kâr, gençlere yardım etmek ve tenis girişimlerini finanse etmek için kullanılıyor.

Girişte tek tek bilet üzerindeki isimler ve çantalar kontrol ediliyor. Maç sırasında iki oyunda bir ve set aralarında, yerinizden kalkıp korttan ayrılabiliyorsunuz ancak geri dönmek için yine arayı beklemeniz gerekiyor. Oyunlar sırasında neredeyse çıt çıkmıyor.

Butiklerde kendinizi kaybetmeniz çok olası. Ürünlerin kalitesi de fiyatları da yüksek. Ayrıca komplekste neredeyse hiç kapalı alan olmadığı için, yağmur bastırdığında herkes ana butiğe akın ediyor. İlk gün kapalı kortta olduğum için durumdan etkilenmesem de ikinci gün sabah 10’dan akşam 4’e kadar yağan yağmur yüzünden maçların çoğu aksadı. Neyse ki alana girmeden şemsiye almıştım. Siz siz olun, valizinize pantolon, polar bir üst, hafif bir şemsiye ve mont koymayı unutmayın. Özellikle de benim gibi turnuvanın ilk haftası gidecekseniz.

Turnuvadan bahsedip de “top toplayıcılar”dan bahsetmemek olmaz. Yaşları 12-16 arasında olan, yaklaşık 4 bin genç 1 yıl süren “ramasseurs de balles” eğitimlerine katılıyor ve sonunda 250-300 ‘ü turnuvada çalışmak üzere seçiliyor.

Gelelim benim izlediğim maçlara. İlk gün içeri girip biraz etrafı dolaştıktan sonra rastgele bir korta dalıverdim. Karen Khachanov’un antrenman saatiymiş. Gündüz seansı için Suzanne Lenglen Kortu’nda Jannik Sinner, Stefanos Tsitsipas ve Coco Gauff‘un maçlarını izledim. Philippe Chatrier’de oynanan Alexander Zverev ile Rafael Nadal’ın maçını ise bahçedeki dev ekranda, onlarca tenis severle birlikte takip ettim.

Akşam seansında Gael Monfils’in maçı vardı. Hep ekrandan gördüğüm bu etkileyici kortta fiziki olarak bulunmanın şaşkınlığı ve mutluluğunu tarif edemiyorum.

Ertesi gün Simonne Mathieu Kortu’nda Alex De Minaur veTaylor Fritz’in maçları olsa da yağmurdan dolayı program 6 saat gecikince, Fritz’i başka korta aldılar. Ben ise Alex’i tercih ettim ama aklım Taylor’da da kaldı. Hemen arkasından, heyecanla beklediğim Zeynep Sönmez’in maçında, pek çok Türk ile birlikte Zeynep’i desteklerken, böyle bir müsabakayı izlemenin gururunu paylaştık. Zeynep çok büyük bir şey başardı ve önünde tertemiz bir yol olduğundan eminim.

Son gece son maç, benim için çok önemliydi. Çünkü 2 tam gün büyük kortlara bilet bulmakla kalmamış, Philippe Chatrier’de Novak Djokovic’i canlı izleyebilecek az kişiden de biri olmuştum. 3 sette bittiği için tadı damağımda kalsa da hala gerçekleştiğine inanmakta zorlandığım harika bir tecrübeydi.

Korttan ayrılmadan hemen önce, defalarca ekranda gördüğüm o meşhur sözü bir defa daha tekrarladım. “Victory belongs to the most tenacious” yani “zafer en azimli olanındır”.

Üst düzey yıldız oyuncuları birkaç metre öteden seyrederken hem tenisin hem de ortamın mükemmelliği karşısında etkilenmemeniz mümkün değil. Tarihi anlara ve inanılmaz rekabetlere şahitlik eden bu parlak kırmızı kortların sunacağı deneyimi, hele de bir tenis severseniz, yerinde tecrübe edebilmenizi tavsiye ederim.

PAYLAŞ