Bırakabiliyor muyuz?

Writer: Harun Kilci

Date: 25/09/2024

PAYLAŞ

Okullar açıldıysa yaz bitmiş, yılın son düzlüğüne girilmiştir. Canımız yavrularımızı okullara uğurlamanın duygusallığını yaşıyoruz Eylül ayında. Kimilerimiz “iyi ki okullar açıldı!” sevincinde olabilir elbette!😀

Duygusallığın zirvesini yaşatan Eylül, hüzünlü şarkıların da ilham kaynağı oluyor. Sararıp dökülen yaprakların bu hüzne bir etkisi olmalı! 

Mevsim bahara ermeden ömrümüz hazan olup gitmesin!…

Yeni yıla başlarken çoğumuz türlü umutlar eker, hayaller kurarız! Kimilerimiz o umut ettiği hayalleri hedefe dönüştürür. Yıl boyunca yeşertip büyütmek için uğraşır. 

Ektiğimiz umutları düzenli aralıklarla sular, toprağını havalandırır, gübreleriz. Toprak üzerinde kendini göstermeye başlarsa umutlarımız yeşerir, hayallerimiz güçlenir. Çoğumuz, umut tohumları kendini göstermeye başladığında harekete geçer. Boş hayallere dalmamak gerektiği öğretildiğindendir bu bekleyiş! Hayalin boş mu dolu mu olduğuna da “el alem örgütü” karar vermiştir. 

Umutların yeşerdiği bu noktada hedefler belirler, yıl boyunca da bunlar için adımlar atarız.  Hedeflerimizi gerçekleştirmek için yılın son aylarına kadar çaba harcarız. Umudumuzu tüketmeden, hayallerimizi soldurmadan, hedeflerimizi gerçekleştirmeyi hepimiz isteriz. Fakat bazen bu olmaz. Kısıtlar, kısıtlılıklar, yetersizlikler, imkansızlıklar, önceliklerin değişimi gibi birçok sebep engel olur.  Hedeflerimize ulaşamasak da yolda neler görüp neler deneyimlediğimizin de önemi büyüktür. Bazen bazı şeyleri bırakmak gerekir. Ulaşamadığımız hedeflerin yolculuğunu, bilinçli farkındalık ile değerlendirmek bize birçok kazanım sağlar. Buna tecrübe kazanımı diyebiliriz.

Ağaçlar, yapraklarını dökerek kışa hazırlanır. Bu vedalarda büyük bir bilgelik gizlidir. Görmeyi bilmek, anlamak için dinlemek gerek. Gelecek yaz aylarında daha büyük, daha güçlü, daha sağlam, daha canlı ve daha kendi gibi olmak içindir; tüm bu sararmış romantizm. 

Düşen bir yaprak görürsen yüklerini hatırla!

Böyle hüzünlü dönemler, soruları çoğaltır, sorgulamaları derinleştirir. Sorular, tüm gücüyle hayatımızı avucunun içine alıp sorgulatır. Olanı, olmasını istediğimizi, olması gerekeni sorgularız!

Güneş yerini gri kara bulutlara devrettiğinde de çoğunlukla melankolik bir melodi eşlik eder tüm bu sorulara. Hüzün bir başka sarıp sarmalar. Sorgulamalar keşkelere, hatta pişmanlıklara doğru yol alır. Rüzgarlar bulutları önüne katıp sürükler. Bulutlar, bıraktığı yağmurla tüm doğayı yıkayıp temizleme telaşına girer. Eylül yağmurlarıyla İki hasret kavuşur: toprak ve su! 

Tüm tabiatta derin bir değişim başlar. Ağaçlar yaprak döker. Yılık bitkiler toprağın altındaki köklerine döner, bir sonraki sene yaşamını sürdürmektir amacı. Doğa her zaman en iyi öğretmendir. Takip etmeyi bilmek gerekir olup biteni. Doğayla uyumlu hareket edince, çoğu zorluk nispeten kolaylaşıverir. Görmek, duymak, anlayıp içselleştirmek niyetimiz olunca doğanın bilgeliği en iyi yol göstericidir. 

Eylül ayı da türlü yollarla kılavuz olur hayatımıza. Bize hayat veren tabiattaki hareketlilik, psikolojik hazırlığımızı da kolaylaştırır; değişim ve dönüşüm için. Sorularımız ve sorgulamalarımız olması gereken yerde güçlenecek bir fırsat oluşturur.  

Geçmişte bilerek ya da bilmeden bazı sorumluluklar yüklenmişizdir. Bunların yanında kendimize görev edindiğimiz günlük meşguliyetlerimiz de vardır. Hayata Dair köşemdeki “İşlevsel miyiz?” yazımda gündelik alışkanlıklarımıza dikkat çektim. Bizi ne kadar desteklediğini fark etmenin önemine değindim. Günlük rutinlerimizin tüm hayatımızı şekillendirdiğine vurgu yaptım.  

Hazır doğa arınıp zamanı dolmuş parçalarını bırakıyorken, biz de fazlalıklarımız atıp işe yaramayanlarımızla vedalaşsak nasıl olur? Bırakma enerjisini yerinde ve amaca uygun kullanmayı isteyenler için tam fırsat dönemi!

Rüzgar, dallarını kıra kıra ağacı şekillendirir!

Tabiatın büyüleyici görüntüsünde bir denge vardır. Muhteşem manzaralar ve güzellikler öyle kendiliğinden oluşmuyor. Direnç, zorlanma, mücadele ve teslimiyet gerekiyor şekillenmek için!

Teslimiyetle sonuçlanır her mücadele, her seferinde! Her mevsimde yepyeni formlarla mücadele devam eder! Yıllar, yüzyıllar, milyonlarca yıllar boyunca süregelmiştir. Ağaç dallarını kırdı diye rüzgara kızmaz. Kayalar yontulup yuvarlandığı için akarsuya küsmez. Hayatın olağan akışındadır bunlar. Varlık sebebini yaşamanın doğasıdır. Biri akar, biri durur. Biri sürgün verir, biri esintisiyle kırıp süpürür!

Hava şartları zorlaştığında yaprak dökmemek için direnen bir ağaç gördünüz mü? Ya da sararmadan dökülen bir yaprak! Akıştadır tüm ahengi ile doğa. Mevsim sonbahara dönünce teker teker yapraklarını bırakır, sakince salınır rüzgarda… Bazen de dalları kırılır rüzgarın şiddetiyle. Küsmez, gücenmez. Bilir ki gövdesini bu kırıklar güçlendirir. Rüzgarla uyumlu olmayı öğrenir zamanla. Yaşanan kırıklar ve kayıplar yaşamın devamına dairdir. Yeni sürgünlerini vereceği ana kadar sessizce bekler.

İşte tam da böyle baskılanmış dönemlerde yaptığımız sorgulamalar dönüştürür hayatımızı. Yaşadığımız zorluklarla, kırılıp döküldüğümüz anlarla yüzleşip helalleşmeli, el sıkışıp kucaklaşmalıyız ki hayatla birlikte akabilelim. Tüm bu engeller ya tecrübeye çevrilir ya da “bu da gelir, bu da geçer” şarkılarıyla teselli beklenir. Hayatımız seçimlerimizle şekillendiririz, hatırlayalım! 

O halde işe yaramayanlarımızı, hedefe ulaşmayı engelleyenlerimizi, işlevsel olmayanlarımızı bırakmak için tam zamanıdır Eylül! Peki onlar nelerdir, biraz düşünelim mi?

Planlar ve Ya-pılanlar!

Planlananlar ile ya-pılanlar arasında çoğunlukla farklılıklar vardır. Yılın en başında kim bilir ne planlar yaptık, ne hedefler belirledik. Şimdi bazılarını bırakmış, bazılarını da nasıl yapacağımızı bilemez hale gelmiş olabiliriz. 

Hayatın akışında gündem öyle hızlı değişebiliyorken tüm planların, planladığı şekilde ilerlemesi ancak mucize olurdu. Bu aksamaların da hayatın olağan akışına dair olduğunu hatırlayalım. Yoksa karamsarlığa düşmenizi asla istemem. Bununla birlikte işlevsiz iyimserliğe de kapılmamaya dikkat!   

Kolektif yaşamın gerektirdiği bazı zorunluluklar da zorluğa dönebiliyor. Planlarımızın önünde engel haline gelebiliyor. Hayat akışımızı bunlara göre uyumlamadığımızda da planlarımızdan vazgeçmek durumunda kalabiliriz. 

Zorlandığımız anlarda çevremizden desteklenmeli ya da destek bulmayı bilmeliyiz. Destek almak ile sorumluluğu başkasına yükleme arasındaki hassas noktaya dikkat!

Yapmak istediklerimiz ile yapabildiklerimizin arasındaki farkları analiz etmek, planlarımızı gerçekleştirmemizi engelleyen unsurlara dair farkındalığımız artıracaktır. 

Romantik sorgulamalar bizi pozitif sonuçlara ulaştırabilir!

Eylül romantizmine yeniden dönelim. Sararıp dökülen yapraklar, onlarca tonuyla parkları, bahçeleri, yolları süslemeye başlayacak. Bu güzel manzaranın arasında kaybolup kendi sorgulamalarımızı yapmaya zaman ayırabiliriz.

Korumacı aile yapısının popüler olduğu dönemdeyiz. Ufacık uyarıları bile saldırı olarak algılayabilecek hale geldik. Ebeveynlerin bu korumacı tutumu, dışarıdan gelen uyarılara kapalı hale getirdi çocuklarını, hatta bizleri! En ufak olumsuz geribildirime bile topla tüfekle taarruza geçiyor çoğunluğumuz. Varlığına saldırı gibi algılayanlar oluyor, tüm uyarıları. Bu hastalıklı korumacı yaklaşım bireylerin gelişimlerinin önüne kalın duvarlar örüyor. Başaramadığımız, sonuca ulaşamadığımız her durumda topu taca atıp dış kaynakları sorumlu tutmak kolay geliyor. Bu tutum, hayatımızda işlevsel olmayanları görmemizi de engelliyor. 

Hal böyle olunca da yılın sonunda ulaşamadığımız hedeflerimiz için “Nasip ile Kısmet”i sorumlu tutuyoruz. Evrene doğru mesaj göndermemiş, olumlamalar yaparken negatif ifadeler kullanmış, gezegenlerin konumlarına göre hareket etmemiş olmaktan dert yanıyoruz. Hiç aynadaki bir çift göze bakıp da; “ne yapsaydın başarırdın?” diye sormuyor, günlük alışkanlıklarımızı fark etmeye zaman ayırmıyoruz. Belki de bunu yapmak aklımıza gelmiyor. 

Peki ya hedeflerimiz o kadar mı gereksiz? Hayallerimiz dış mihrakların inisiyatifine bırakılacak kadar mı önemsiz? 

Oscar Wilde’ın “hayat cesurları sever” sözlerinin geçtiği yazısı “yaşamak yürek ister” diye başlıyor.

Yaşamak gerçekten de yürek istiyor! Bulunduğu halini kabul edip, günü kurtarma telaşıyla kendi gelişiminden kaçmak, hayatının sorumluluğunu mazeretlere devretmektir. 

Korkularımız, zaaflarımız, zayıflıklarımız, yetersizliklerimiz, olumsuz tüm duygularımız, kaçındığımız acılarımız bizi kendi hayatımızı yaşamaktan uzaklaştırır. Hayatının kontrolünü başkalarına bıraktırır. Oysa tam da bu dönemlerde aynadaki iki çift göze cesurca bakabilsek! Ağırlıklarımızı, işlevsel olmayanlarımızı bırakacak cesareti bulup adım atsak! Hayal ettiklerimizin çoğunu gerçekleştirecek gücü keşfedebileceğiz. Hayatta sadece kendine güvenip cesurca hareket edenler hayallerine yürürler. Mazeretler sadece hayallerimizi rüyalara terk etmemize yarar.

Havalar soğumaya başladı. Yavaştan kışlık kıyafetleri de giymeye başlıyoruz. Soğuktan korunmak için! Peki ya hayatın karşımıza çıkardığı sorun ve zorluklardan kendimizi nasıl koruyacağız? İyi olma halimizi nasıl sürdüreceğiz? Tabii ki duygusal dayanıklılığımız güçlendirerek!

Duygusal dayanıklılık mı? O da ne ola ki! diyorsanız, bir sonraki yazımda görüşmek üzere…

Esen kalın!

PAYLAŞ