Writer: NYX Magazine
Date: 12/04/2025
Artan sıcaklıklar, iklim krizi ile değişen yağış rejimleri ve hızla tükenen su varlıkları… İklim krizinin en görünür etkilerinden biri olan kuraklık, Türkiye’de gıda güvencesini ve çiftçinin geçimini tehdit ediyor. Peki, çözüm nerede?
Bu yıl henüz kış mevsimi sona ermeden kuraklık konusu gündeme gelmeye başladı. Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 1500 metreküp iken 2030 yılında bu sayının 1100 metreküpe, 2040’larda ise 700 metreküpe düşeceği öngörülüyor. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden gelen haberler de ciddi bir su kriziyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Kuraklık ve su krizi gıda üretimini de krize sürüklüyor. Geçtiğimiz yaz, Çukurova’da çiftçilere resmi yazıyla sulama yapılamayacağı, bu yüzden ekim yapmamaları bildirilmişti. Bu yıl da henüz Şubat-Mart aylarında iken Aydın ve Burdur’da tarım arazilerinin büyük çoğunluğunda sulama yapılamayacağı için kuru tarım yapılması kararı alındı. Konya’da yeraltı sularının çekilmesi nedeniyle toprağın çökmesi sonucu ortaya çıkan obruklar Eskişehirde’de görülmeye başlandı.
İklim değişikliği ile birlikte artan sıcaklıklar buharlaşmayı hızlandırırken, aynı zamanda yağış rejimlerini de değiştiriyor. Bu da bazı bölgelerde aşırı kuraklığa neden olurken, bazı yerlerde şiddetli yağışlara yol açabiliyor. Tarımsal üretim değişen iklim ve yağış rejimlerinden doğrudan etkileniyor, ağaçlar kuruyor, ekilmiş tohumlar çürüyor, ürünler heba oluyor, tarlada çalışmak giderek zorlaşıyor. Gıda güvencesizliği ve biyoçeşitlilik kaybı gibi riskler ortaya çıkıyor.
İklim değişikliği nedeniyle zamansız don olayları yaşanıyor. Bu yıl çeşitli bölgelerde yaşanan don olayları nedeniyle sadece sebze ve meyveler değil ağaçlar da dondu. Yaşanan don olayının hemen ardındangelen yüksek sıcaklıklar ürünlerin yanmasına neden oldu. Hatay’da bir gecede ani sıcaklık düşüşü ile yaşanan don olayında narenciye üreticileri donarak kuruyan ağaçlarını sökmek zorunda kaldı. %100 Ekolojik Pazar üreticilerinden organik tarım çiftçisi Ahmet Okan, don olaylarından etkilenmenin bölgesel olarak da farklılık gösterdiğini, her tarladaki kaybın aynı olmadığını ifade ediyor. En son 40 yıl önce benzer bir don olayının yaşandığını söyleyen Ahmet Okan, bu yıl başta limon ve narenciye olmak üzere şeftali, kiraz, eriklerde de ciddi kayıplar yaşandığını belirtiyor.
Kurak geçen kışın ardından bahar yağmurlarının yetersiz kaldığı bu yıl etkilenen ürünler arasında buğday da var. Buğday üreticileri normalde mevsim yağmurları dışında sulama yapmazken şu anda Amik Ovası’ndaki üreticiler buğdaylarını sulama yapmaya başladı. Yeraltından mazotlu pompalarla su çeken çiftçiler, hem yeraltı suyu seviyesininn giderek düşmesi hem de maliyetlerinin artmasından dolayı kaygılı! Bu durumun sonucu olarak ortaya çıkan artan fosil yakıt kullanımı iklim krizinin daha da derinleşmesine yol açıyor.
Kuraklığın tarımsal üretim üzerindeki etkilerini en aza indirmek için acil, kapsayıcı ve uzun vadeli önlemlere ihtiyaç var. Buğday Derneği olarak, kuraklık ve ona bağlı olarak artan gıda kriziyle başa çıkmaya yönelik adımları şöyle sıraladık:
Ziraat mühendisi Mine Pakkaner, tarımsal kuraklık izleme ve erken uyarı sistemlerinin kurulmasının önemine dikkat çekiyor. Bu sistemlerin belediyeler ve ziraat odalarıyla işbirliği içinde oluşturulabileceğini ve hem kuraklık ile artan erozyonu önleyecek hem de hızla suyu çekecek ve toprakta tutacak şekilde bölgenin koşullarına uygun ağaçlandırma çalışmalarının yapılması gerektiğini belirtiyor.
Tarımsal sulamada da verimliliğin artırılması şart. Örneğin damla sulama sistemi, yüzde 50’ye varan su tasarrufu sağlayarak suyun daha verimli kullanımını mümkün kılıyor. Bu sistemlerin yaygınlaştırılması için devlet destekli teşvik mekanizmalarıyla çiftçilerin bu teknolojilere erişimi artırılmalı. Aynı zamanda yer altı su varlıklarının kontrolsüz kullanımına karşı etkin denetimler uygulanmalı.
Tarımsal üretim planlamalarının çiftçiden bağımsız şekilde yapılmasının sahada karşılık bulmadığını belirten Pakkaner, gerçekçi ve uygulanabilir planlamalar için çiftçilerin sürece katılımının sağlanması gerektiğine dikkat çekiyor. Ayrıca, iklime uygun olmayan ürünlerin bölge dışından getirilerek bilinçsizce ekilmesinin de yanlış olduğunu vurguluyor: “Kivi gibi çok su isteyen bir ürünü İzmir gibi su sıkıntısı yüksek olan bir şehirde yetiştiremezsiniz” diyor ve ekliyor: “Bu nedenle kamu ve özel kuruluşlar ile iklime ve yağış rejimlerine dair veri toplayan tüm kurumların verilerini şeffaf şekilde paylaşması, çiftçiler, tüketiciler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve mühendislerin işbirliğiyle tarımsal üretim planlamalarının yapılması gerekiyor. Değişen iklim koşullarına uygun üretim desenleri ancak bu bütüncül yaklaşımla oluşturulabilir.”
Bu doğrultuda, organik tarım uygulamalarına verilen desteklerin artırılması da kritik öneme sahip. Günümüzde devlet destekleri çoğunlukla “İyi Tarım” uygulamalarına yönlendirilmiş durumda. Ancak “İyi Tarım” uygulamaları kimyasal gübre ve pestisit kullanımını engellemiyor. Oysa sentetik gübreler, toprağın tuzluluk oranını artırarak su ihtiyacını yükseltir. Buna karşın, organik maddelerle zenginleştirilen topraklar suyu daha fazla tutar, böylece üretimde su tasarrufu sağlanır. Bunlara ek olarak, kuraklık karşısında çiftçilerin dayanıklılığını artırmak için, farklı tarımsal ürünlere özel olarak tasarlanmış sigorta paketleri sunulmalı. Bu tür sigorta modelleri, üreticilerin kuraklık kaynaklı kayıplar karşısında ekonomik olarak korunmasına ve üretime devam edebilmelerine katkı sağlar.
Agroekolojik uygulamalara geçiş ve iklim krizine hazırlık için çiftçilerin gerekli bilgiye ulaşması sağlanmalı. Bölgesel eğitim programları, çiftçiden çiftçiye deneyim aktarımları ile su tasarrufu ve toprak sağlığını koruyacak uygulamalara ve iklim krizinin olası etkilerine dair bilgi ve deneyim paylaşımı artırılmalı. Ayrıca üreticilerin dayanıklılığını artırmak için kooperatifleşme ve topluluk destekli tarım modelleri gibi dayanışma temelli üretim biçimleri desteklenmeli. Bu modeller, sadece ekolojik değil, ekonomik dayanıklılığı artıran dolayısıyla doğa dostu üretimin yaygınlaşmasını da sağlayan önemli birer araç.
Çiftçilerin, politika yapıcıların ve tüketicilerin ortak hareket etmesi, su varlıklarını doğru yönetmesi ve sürdürülebilir tarım yöntemlerine yönelmesi gerekiyor. Şimdi harekete geçmezsek, gelecekte daha büyük krizlerle karşılaşabiliriz.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği olarak doğayla uyumlu, suyu koruyan ve agroekolojik tarım uygulamalarını teşvik eden politikaların hayata geçirilmesini destekliyoruz.