Writer: Gülcan Tuğ
Date: 28/07/2025
Dijitalleşmenin ve yapay zekânın sanatla iç içe geçtiği günümüzde en çok tartışılan sorulardan biri şu: “Yapay zekâ ile üretilen bir şey gerçekten sanat mıdır?”
Geleneksel sanat anlayışı; duygu, düşünce ve bilinçli bir yaratım süreciyle şekillenir. Ancak yapay zekâ, bu çerçevenin dışında yeni bir estetik evren sunuyor. Müzikten görsel sanata, şiirden enstalasyonlara kadar üretken yapay zekânın etkisiyle sanat, yalnızca bir ifade biçimi değil; aynı zamanda teknolojiyle kurulan bir diyaloga dönüşüyor.
Yaratıcılık Otomasyona Karşı mı?
Yapay zekâ, artık yalnızca hesap yapan bir sistem değil; sanat üreten, hikâye anlatan ve hatta duygu simülasyonları yaratabilen bir aktöre dönüşmüş durumda. Tablolar çizebiliyor, müzik besteliyor, şiir yazıyor… Bu durum, sanatın doğasına dair köklü bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor: Sanat sadece insanın iç dünyasından mı doğar, yoksa bir algoritmanın öngörüsüz ama üretken doğası da sanat sayılabilir mi?
Yapay zeka destekli yaratımlar, sanatın “benzersiz bir insan yeteneği” olduğu fikrini esnetiyor. Belki de yaratıcı olmak, artık duygusal olmak kadar yapay zekâya yön verebilmeyi de kapsıyor. Bu dönüşüm, sanatı tanımlarken kullandığımız tüm kelimeleri gözden geçirmemiz gerektiğini fısıldıyor: Özgünlük, ilham, zanaat ve bilinç… Hepsi yeniden tanımlanıyor.
Sanatçı mı, Kodlamacı mı?
Bir yapay zekâ algoritmasıyla oluşturulan eserin ardındaki kişi kimdir? Sanatçı mı, yoksa sadece iyi bir teknik operatör mü?
Eğer biri, yalnızca hazır bir yapay zekâ arayüzünü kullanıyor ve algoritmaların ne üreteceğini rastlantısal şekilde bekliyorsa, bu durum sanatçılık tanımına pek yaklaşmaz. Ancak bir kişi veriyi seçiyor, Yapay zeka
modelini eğitiyor, yaratıcı sürece yön veriyor ve son ürüne anlam katıyorsa; işte burada bir sanatçı olarak
varlık kazandığını söyleyebiliriz.
Yapay zeka sanatında “yaratıcı olmak”, sadece fırçayı tutmak değil; veriyi hissetmek, kodu yorumlamak ve
kavramsal düzeyde yön verebilmek anlamına geliyor. Sanatçılık artık duygularla olduğu kadar kararlarla, seçimlerle, teknolojiyle dans etmeyi de içeriyor.
Sanatseverin Yeni Rolü
Sanatsever artık müzede sessizce gezen biri değil. Yapay zekânın sunduğu interaktif deneyimlerle, sanat izleyicisi aktif bir katılımcıya dönüşüyor. Sanal sergilerde geziyor, artırılmış gerçeklik ile esere dokunuyor, hatta kimi zaman eserin son halini kendi tercihleriyle şekillendiriyor.
Metaverse gibi dijital evrenlerde, sanat fiziksel bir objeden çok bir deneyim alanına evriliyor. Bu, izleyici
ile sanat arasındaki mesafeyi ortadan kaldırıyor. Sanat artık bir sahnede duran bir heykel değil; içine girilen, hissedilen, şekillendirilen bir dünyaya dönüşüyor.
Ve belki de en çarpıcısı şu: İzleyici, artık yalnızca tüketici değil; yaratıcı bir ortak haline geliyor.
Erişilebilirlik mi, Estetik mi?
Yapay zekâ sayesinde sanat üretmek hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Gelişmiş algoritmalar, teknik bilgiye
sahip olmayan birinin bile birkaç tıklamayla estetik değeri yüksek görseller üretmesini sağlıyor. Bu da
“herkes sanat yapabilir” fikrini güçlendiriyor.
Ancak bu kolaylık, şu soruyu gündeme getiriyor: Kolay üretilebilen bir şey değerli midir?
Sanatın değeri üreticinin kimliğinde mi saklıdır, yoksa yarattığı etki ve taşıdığı anlamda mı? Bugün bir sanat eserinin arkasındaki “insan” kaybolduğunda, geriye yalnızca estetik bir ürün kalıyor mu?
Bu tartışma sanatın demokratikleşmesi kadar, estetik ve anlam arasındaki hassas dengenin nasıl korunacağına dair bir sorgulamayı da içeriyor.
Refik Anadol ve Dijital Estetik
Refik Anadol, çağdaş sanatın en çarpıcı figürlerinden biri olarak, yapay zekâyı yalnızca bir araç değil, sanatın ta kendisi haline getiren vizyonerlerden biri. Sanat pratiğinin merkezinde yer alan büyük veri setleri, algoritmalar ve makine öğrenimi, onun eserlerinde soyut bir görsellik ve duygusal
yoğunlukla buluşuyor.
Anadol’un projelerinde kullanılan veri kaynakları; bir şehrin ses haritasından, NASA’nın uzay teleskoplarından elde edilen astronomik kayıtlara kadar uzanıyor. Bu veriler, yapay zekâ aracılığıyla işlenip dijital bir görsel dile dönüştürülüyor.
“Makine Halüsinasyonları” (Machine Hallucinations) gibi projeleri, algoritmaların bilinçsiz hayal gücünü sanatın merkezine yerleştiriyor. Onun eserleri sadece izlenen bir şey değil; deneyimlenen bir alan. Hareket eden duvarlar, devasa ekranlara yansıyan veri akışları, mimariyle bütünleşen dinamik yerleştirmeler…
Tüm bunlar, izleyiciyle teknolojinin arasında duygusal bir bağ kuruyor. Geleneksel sanatın “fırça ve tuval” anlayışını yıkan bu dijital deneyim, yeni bir estetik algının kapısını aralıyor.
Refik Anadol’un sanatını özel kılan, teknolojik olanı insani kılabilmesi.
Soğuk bir veri yığını, onun elinde görsel bir şiire, duygusal bir anlatıya dönüşüyor.
Veriler Sanat Olabilir mi?
Yapay zeka destekli sanat eserleri genellikle büyük veri setlerinden türetiliyor. Görsel imgeler, metinler, sesler… Yapay zekâ tüm bunlardan beslenerek yeni kombinasyonlar yaratıyor. Bu noktada sanatın malzemesi artık boyalar ya da notalar değil; veriler. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Verilerden oluşan
bir şey sanat olabilir mi? Cevap, sanatı nasıl tanımladığınıza bağlı. Sanatı yalnızca duygusal bir ifade biçimi olarak görenler için bu zorlayıcı olabilir. Ancak sanatı anlam ve estetik üretimi olarak tanımlayanlar için veriler de sanatın hammaddesi olabilir.
Bir Örnek: Hakan Yılmaz’ın “Yeni Doğan Verisi” Enstalasyonu
Hakan yerleştirilen eseri, çağdaş sanatın toplumsal bağlamını ve iyileştirici yönünü en güçlü biçimde
ortaya koyan örneklerden biri. Eser, doğum anına ait verilerin sembolleştirilmesiyle oluşturulmuş. Yeni
doğan bebeklerin bilgilerini anonimleştirilmiş bir biçimde görselleştiren bu yerleştirme, yaşamın en saf
ve umut dolu anını dijital sanat aracılığıyla görünür kılıyor.
Bu eser yalnızca teknolojik bir sunum değil; “yaşam” kavramının veriyle buluştuğu duygusal ve felsefi bir
manifesto. Kullanılan estetik dil, izleyicide hem bir huzur hem de hayranlık uyandırıyor. Hastane gibi
steril ve duygusal olarak yoğun ortamlarda sanatın varlığı, ziyaretçilerin ruh haline dokunan bir etki
yaratıyor. Adeta “sanat iyileştirir” sözünü kanıtlar nitelikte.
Yılmaz’ın yaptığı şey sadece verileri görselleştirmek değil, onları sembolik bir anlatı aracına dönüştürmek.
Doğum verileri burada yalnızca sayı değil; yaşamın, umudun ve insanlığın en temel değerlerinin metaforu
haline geliyor.
Bu tarz kamusal sanat eserleri, teknolojiyi estetikle buluşturmanın çok ötesinde bir şey vaat ediyor: Yeni
bir anlatı biçimi, yeni bir toplumsal duyarlılık, yeni bir izleme pratiği…
Son Söz: Sanat Nerede Başlar?
Yapay zekâ ile sanat arasındaki ilişki, sadece bir üretim süreci değil; aynı zamanda bir dönüşüm alanı. Yapay zeka, sanatın doğasını, değerini ve anlamını yeniden tartışmaya açıyor. Belki de artık sorulması gereken soru şu:
“Sanat, yalnızca insanın içinden mi çıkar; yoksa verilerle yeniden mi doğar?”
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere…