Bu Çığlığı Duyan Kimse Var Mı?

Writer: Nurgül Eryıldır Günay

Date: 21/09/2025

PAYLAŞ

Gazeteci, yazar ve tanıklıklarıyla Türkiye’nin toplumsal belleğinde önemli bir yere sahip olan Zeynep Oral, bu kez kalemini öykülerin gücüne teslim ediyor. “Yaz Yüreğim Yaz” (İnkılâp Kitabevi), kadınların görünmez kılınan hayatlarını, susturulmuş seslerini ve özgürlük mücadelelerini gün yüzüne çıkaran çarpıcı öykülerden oluşuyor. Yasakların gölgesinde, korkunun hüküm sürdüğü dönemlerde bile umudu elden bırakmayan karakterler aracılığıyla hem geçmişle yüzleşmeye çağırıyor hem de bugüne ve geleceğe sorumluluk yüklüyor.

Uzun yıllardır yazıyla direnen, kalemiyle suskunlukları bozan Zeynep Oral, bu kitapta kişisel tanıklıklarını da öykülere harmanlıyor. Kimi zaman kendi acılarından, kimi zaman şahit olduğu hayatlardan süzülen satırlar, okura yalnızca edebiyatın değil, yaşamın da direncini hatırlatıyor. Biz de bu vesileyle Zeynep Oral’la bir araya geldik; hem “Yaz Yüreğim Yaz”ı hem de satır aralarında gizlenen kişisel yolculuğunu konuştuk.

“Yaz Yüreğim Yaz” kadınların bastırılmış, görünmez kılınmış hayatlarına ayna tutuyor. Bu öykülerin yazılmasındaki en güçlü motivasyon neydi?

Bu öykülerin bir bölümünü 12 Eylül döneminde yazmıştım.  Bir bölümü ise son yıllarda…  Sadece bu öyküleri değil, benim her yazımın, her kitabımın en güçlü olan tek motivasyonu var: Bunu herkes bilsin! Bunu herkes bilmeli tutkusu.  Bir bakıma sorumluluk duygusundan kaynaklanan bir tutku. Bu ülke benim ise (ki öyle); bu olağanüstü, muhteşem, harikulade ülkede yaşıyorsam ve nimetlerinden yararlanıyorsam (ki öyle); tüm yanlışlardan da, haksızlıklardan da ben sorumluyum.  Hepimiz ve ben… Bu sorumluluğu herkese fark ettirmeye çalışıyorum.

Gazeteci kimliğinizle tanıklık ettiğiniz yılların izlerini bu kez öykü formuna taşıyorsunuz. Gazetecilik ile edebiyat arasında kurduğunuz köprüyü biraz anlatır mısınız?

Ben kendimi edebiyatçıdan çok gazeteci olarak tanımlıyorum.  Az önce belirttiğim sorumluluk tutkusu / duygusu, edebiyat ile gazetecilik arasındaki ortak payda benim için.… Bir de, ikisinde de sürekli seçim yapıyor olmam var: konu seçimi, bakış açısı seçimi, sözcük seçimi vb. …  Bu iki özellik dışında birbirinden çok farklılar.  Gazetecilikte hedef geniş kitleler, edebiyatta öyle bir sorun yok. İnsan sadece kendi için ya da sadece bir kişi için de yazabilir.    

Gazetecilikte zamanla yarışıyorsunuz ve size ayrılan yerle kısıtlısınız.  Edebiyatta özgürsünüz….  Gazetecilikte yatay bir yaygınlık; edebiyatta dikey bir derinlik egemen…  İkisinin yöntemleri de çok farklı. Gazetecilikte kalabalıksınız. Edebiyatta yalnız… Gazetecilikte kısa öz, açık seçik en dolaysız anlatım biçimini seçerken; edebiyatta sözcüklerin, dilin büyüsüyle oynayabilirsiniz. (Bu konuyu sayfalar boyunca uzatabilirim.)   

Kitapta yasakların ve korkuların gölgesinde direnen karakterler var. Siz kendi yaşamınızda en çok hangi yasaklarla ya da korkularla yüzleşmek zorunda kaldınız?

Of, bu çok geniş kapsamlı bir soru.  Çocukluk korkularını bir yana bırakırsak, meslek yaşamımda ben en çok kendi kendime koyduğum yasaklardan korktum. Otosansürden korktum.  Sevdiklerimi üzmekten korktum.  Yapabileceğimin en iyisini yapamamaktan korktum…  Risk almaktan değil, risk alamamaktan korktum… Değişmekten korktum, değişememekten korktum… Gençken toplumsal baskıdan korkardım, neyse ki o korku çoktan bitti.  Şimdi beni en çok korkutan üç şey var: Totaliter rejimler, örgütlü kötülük ve adaletsizlik. Yaşamım boyunca üç askeri  darbe gördüm. Ancak hiçbiri yaşamakta olduğumuz sivil darbe kadar beni korkutmadı.

Eseriniz, aynı zamanda bir toplumsal hafıza oluşturuyor. Kadınların mücadelesine dair hafızanın gelecek kuşaklara aktarılmasında edebiyatın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok önemli bir konuya değindiniz.  Doğrusu ben belleksiz bir toplumda yaşadığımıza inanıyorum. Toplumsal belleğimizi kuşaktan kuşağa aktarmakta zayıfız. Elbet bunda ülkenin eğitim politikalarının; ha bire değiştirilen, kesintiye uğrayan eğitim sistemlerinin, ders müfredatlarının rolü büyük… İsterseniz kısadan şöyle özetleyeyim: Edebiyatın rolü bir düzeni değiştirmek değildir. Zaten öyle de olmamalıdır. Ancak edebiyat, yanlışları, haksızlıkları, ders almamaları, eşitsizliği, gören, kavrayan, anlayan; bunları geriletmek için mücadele edecek kuşaklar yetiştirmekte, kamuoyu oluşturmakta yararlı olabilir. (Eklemek isterim: Yine İnkilap’tan çıkan O Güzel İnsanlar, O Büyülü İnsanlar, O Çılgın İnsanlar bu üç kitap, tam da genç kuşaklara toplumsal belleğimizi aktarmak içindi.)   

Kitabın arka kapağındaki “Bırakıp gittiler, ölmedim…” sözleri çok güçlü bir direniş ve yaşama tutunma duygusu uyandırıyor. Bu satırlar sizin yazarlık yolculuğunuzda nasıl bir dönüm noktasını işaret ediyor?

Vurdular, ölmedim. Yasakladılar, ölmedim.  Tehdit ettiler, ölmedim.  Bırakıp gittiler, ölmedim…  Madem ölmedim…  Öyleyse doğru bildiğim yolda mücadeleye devam etmem gerek duygusunu bende pekiştiriyor.   

Günümüzde hâlâ kadınların seslerini duyurmakta zorlandığını görüyoruz. Sizce edebiyat ve öykü, kadınların görünmezliğini kırmada nasıl bir direnç alanı sunuyor?

Bakın edebiyatın ve tüm sanatların özünde muhalif olmak vardır. İsyan vardır, kışkırtma, başkaldırı vardır.  Ve hem edebiyat hem de tüm sanatlar, bireyin toplumsallaşmasına yol açar ve elbet direncini güçlendirir.  Bunu vurguladıktan sonra şöyle ekleyebilirim: Çok uzun süredir yazıyorum. Kimi zaman -eğer umutluysam, eğer işe yarar bir şeyler yapmışsam- bütün bu süreçte kadınların seslerini duyurmakta, görünmezliklerini kırmakta ne çok yol almışız diyorum… Ama ülke ve dünya konjonktürü  daha çok despotizme, şiddete, savaşlara  gömülmüşse, umutsuzsam,  eyvah hiçbir gelişme olmadı, yıllardır aynı mücadeleyi veriyoruz diyorum; hatta kimi zaman, tam tersine kazanılmış haklarımızı bile kaybettiğimize inanıyorum…     

“Yaz Yüreğim Yaz” bugünün ve geleceğin sorumluluğunu da hatırlatıyor. Sizce okurlar kitabı bitirdiğinde hangi sorumluluk duygusunu içselleştirmeli?

Bunu söylemek yazara düşmez… Reçete yazmıyoruz ki… (şaka, şaka) Bu soruyu okurlara sormak gerek. Her okur kendi birikimlerine, deneyimlerine, çağrışımlarına, vb uygun farklı katmanlarda farklı tatlar alacak ya da almayacak; kendi duygu ve düşüncelerini içselleştirecektir…

Zeynep Oral, bu kitabıyla bir kez daha suskunluklara karşı kalemiyle direniyor.

Bırakıp gittiler, ölmedim.
Kırıldılar, döküldüler, tutuklandılar ölmedim.
Yüreklerdeki kuşlar öldü, ben ölmedim.
“Artık her şey bitti”lerde hep bir kanat çırpıntısı duymaya uzandım. Ama acı her gece, biraz daha, biraz daha yayıldı, yüreklerdeki kuşun her ölüşüyle. En çok neresi acıyordu? Korkunun çarptığı yer mi? Yalnızlığın çırpındığı yer mi? Yoksa sevginin can çekiştiği yer mi?
Damıta damıta çoğalttığım sevgiye, ufalaya ufalaya biriktirdiğim acıyı kattım. Korkuyu hesaba katmadan.
Yasakları da.
Öyle çok değişiyordu ki yasaklar.

PAYLAŞ