Sarı Okun İzinde, St. James Yolu

Writer: Ayça Akad

Date: 02/08/2023

PAYLAŞ

Fransız Pireneleri’nden başlayan, İspanya’nın kuzey batısındaki Santiago de Compostela Katedrali’nde biten, yaklaşık 800 km uzunluğunda bir rota düşünün. Dünyanın pek çok köşesinden, her yıl birkaç yüz bin kişinin kat ettiği, 1993 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış, en uzun hac yolu… St James rotası; Camino de Santiago.

Santiago de Compostela’ya yapılan hac yolcuğunun tarihi M.S. 800’lere kadar uzanıyor. Bugünkü Santiago de Compostela şehrinde, içinde İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Yakup yani St. James’in kemiklerinin olduğuna inanılan bir mezar bulunmuş. Bu olay, Hıristiyanlık dünyasında çok önemli bir gelişme olduğu için şehir kutsal ilan edilmiş ve mezarın bulunduğu yere bir kilise yapılmış. O günden beri onlarca Hıristiyan evlerinden çıkıp Santiago de Compostela’ya ulaşmak için yürümeye başlamış. Dolayısı ile pek çok hac rotası oluşmuş. Bugün ise bilinen 5 ana rota var. Bunlardan en çok tercih edileni ise bu yazıda bahsettiğim Fransız rotası.

20. Yüzyıldan itibaren daha da popüler olan bu rota artık sadece manevi sebeplerle değil, sportif amaçlarla da tercih edilmeye başlanmış. Doğa ve tarih meraklılarını sıklıkla ağırlayan bu yol, bisikletle ya da at üzerinde de bitirilebiliyor. Her ne sebeple olursa olsun yola başlayanlar ise “pilgrim” yani hacı olarak anılıyor.

9. ve 10. Yüzyıllarda, yolu bitirmenin kanıtı olarak, sadece Santiago’dan temin edilebilen “scallop” cinsi deniz kabuklarından rozetler kullanılıyormuş. Kötü niyetli kişiler tarafından kolaylıkla taklit edilebilen bu rozetlerin yerini 13. Yüzyılda “compostela” isimli Latince bir belge almış.

Yine de bu deniz kabukları yol boyunca hacıların vazgeçemediği bir simge olarak günümüze kadar gelmiş. Zamanında hacılara yapılan yemek yardımlarını ölçmek için kullanılsa da şimdilerde yürüyüşçüler bu kabukları sırt çantalarına asıyor. Bu arada, bu kabuğun Almancası Jakobsmuschelschale ve Fransızcası Coquille Saint-Jacques yani hala Yakup’un Kabuğu olarak biliniyor.

Günümüzde ise, yola başladığınız yerden alacağınız “credential” isimli bir hacı pasaportunu yol boyunca kiliselerde, otellerde ya da restoranlarda bulunan özel mühürler ile damgalayıp, kayıt ofisine götürerek adınıza hazırlanan compostelaya sahip olabiliyorsunuz.

Herkesin tek seferde 800 km’yi bitirmesi mümkün olmadığından, sertifika alabilmek için yolun en az 100 km’sini yürümeniz gerekiyor. Bu nedenle genellikle Fransız Rota’sının en popüler etapları olan Sarria – Santiago arası tercih ediliyor. Galiçya Bölgesinde, 117 km uzunluğunda olan orta zorluktaki bu rota 5 etaptan oluşuyor ve 5 – 6 günde tamamlanabiliyor.

Bu rotayı, bir rehbere ihtiyaç duymadan bitirebiliyorsunuz. Her 100-150 mt’de bir, üzerinde sarı bir ok ve deniz kabuğu kabartması olan taştan işaretler mevcut. Zaten birkaç dakika içinde yanınızdan mutlaka yürüyüşçüler geçiyor. Yürüyenlerin yarısından çoğu kadın ve bu rota, özellikle yalnız seyahat eden kadınlar için en güvenli rotalardan biri olarak biliniyor.

Yolun, ikonik sarı oklarının hikâyesi ise ilham verici. Yıllarca bu rotanın tarihçesi üzerine araştırmalar yapan O Cebreiro’lu bir rahip, 1984 yılında, bu rotayı yeniden canlandırmak için arabasını sarı boyalarla doldurup tüm Fransız Yolu’nu baştan sona işaretlemiş. Bazen ağaçlarda, bazen binalarda, bazen ise yerde göreceğiniz bu sarı oklar, sizi yolda tutmaya fazlasıyla yetiyor.

Rota üzerindeki her şey hacılara göre düzenlenmiş alternatiflerle dolu. Fazla eşyanızı, kaldığınız hostelden diğerine günlük 5-6 euro karşılığında transfer ettirebiliyor ya da restoranlarda 15 euro civarındaki “pilgrim’s menu” isimli set menülerinden yiyebiliyorsunuz. Ayrıca yolda, sadece bağış kabul eden restoranlar var. Birkaç Euro karşılığında enfes ev yemeklerinin tadına bakabiliyorsunuz.

“Albergue” isimli hostellerde, ranzalarda 5-10 Euro gibi fiyatlara kalabileceğiniz gibi,  banyolu özel odaları olan pansiyonlarda geceliği 30-35 Euro’ya konaklayabiliyorsunuz. Ya da kiliselerin içindeki salonlarda cüzi miktarlarda bağış yaparak geceleyebiliyorsunuz.

Rotanın en keyifli durakları ise “Casa Rural” denen, kır evleri. Etaplar genelde ufak kasabalarda bitse de, rota üzerinde bulunan bu kır evleri, yürüyüşçülere sadece konaklama değil yemek servisi de veriyor. Bizim de gün içinde en sevdiğimiz zamanlar, bu kır evlerinde verdiğimiz dev “tortilla de patatas” yani patatesli İspanyol omletli öğlen molalarımızdı. Yanında içecek ile 5 Euro’dan fazla ödemediğimiz bu doyurucu kahvaltıların tadı hala damağımızda.

Galiçya bölgesi, tartışmasız bir deniz ürünleri cenneti. Genel olarak fiyatlar abartıdan uzak, lezzetli ve doyurucu. Yol boyunca rastlayacağınız “pulperia” isimli ahtapot restoranlarında deniz ürünlerinden yemeği unutmayın. Ayrıca tapas barlarda kendinizi kaybetmeden, bölgeye özgü “tarta de Santiago” isimli bademli keki denemeden ve yöresel peynirlerin tadına bakmadan da dönmeyin.

Mayıs sonundan itibaren yol kalabalıklaşmaya başlıyor ve hava ısınıyor. O nedenle mayıs başı ya da eylül sonu yürüyüş için en konforlu zamanlar. Birkaç defa hafif yağmur geçişleri olsa da hava trekking yapmak için idealdi diyebilirim.

Benim Camino yolculuğum ise bundan birkaç sene önce izlediğim bir filmle başladı. Martin Sheen’in başrolünde oynadığı, oğlunu bu rotanın başında kaybedip yolun tamamını yürümeye karar veren katı bir babanın hikâyesinin anlatıldığı The Way filmini bitirdiğimde, bu yol ile ilgili araştırma yapmaya başladım. Sonradan öğrendim ki bu film benim gibi, yolda tanıştığım pek çok insana da ilham olmuş.

Araştırdıkça yol hakkında pek çok kitap yazıldığını öğrendim. Bunlardan en bilineni Paulo Coelho’nun bu yolu tamamladıktan sonra yazdığı ilk kitap olan “Hac”.  Yolun detaylı olarak tüm etaplarını içeren, John Brierley’in rehberini de ilk bulduğum yerde edindim.

İlk yaptığım planlara covid karantinaları mani olsa da, her gittiğim yerde “El Camino”yu yürümeyi kafaya koyduğumdan bahsettim. Sonunda bu yolu tek başıma yürümeye kalkışmak üzereyken plana dâhil olan canım arkadaşımla birlikte 2023 Mayıs ayında büyük hayalimizi gerçekleştirdik.

İstanbul’dan Santiago’ya, Madrid üzerinden aktarmalı olarak uçup ertesi gün otobüsle Sarria’ya vardık. Yol boyunca Santiago’ya ulaşmak için yürüyenleri gördükçe heyecanımız katlanarak arttı. O gece Sarria’da sakin ve sevimli bir hostelde konaklayıp, ertesi gün 117 km’lik maceramıza başladık.

İlk günün tecrübesizliği ile sırt çantalarımıza fazlaca “ihtiyaç” malzemesi doldursak da, sakatlanan dizlerim ilk 23 km’lik etabı bitirmekte zorlansa da, akşam iyi bir tedavi, huzurlu bir uyku ve Tuba’nın samimi motivasyonu sayesinde sonraki günlerimizi neredeyse sorunsuz atlattık.

Bu yolu yürümenin, fiziksel dayanıklılıktan çok mental motivasyonla alakalı olduğunu ise, 2. günkü 25 km’lik Portomarin-Palas De Rei etabını tamamladığımda anladım.

3. günden itibaren, yollarda aynı insanlarla karşılaşmaya, yanlarından geçerken sadece “buen camino” demek yerine, birlikte yürüyüp sohbet etmeye başladık. Herkesin benzer heyecanları ama bambaşka amaçları vardı. Herkes birbirine nereden geldiğini ve nereden başladığını soruyordu. Zamanla gündüzleri birlikte yürüdüğümüz yeni arkadaşlarımızı, etap sonlarında kaldığımız yerlerde de görmeye, birlikte vakit geçirmeye başladık.

Yürüyüşçüler birbirlerini “buen camino” diyerek selamlıyor. “Camino” “yol” anlamına geliyor. Yürüdüğümüz bu rotanın adı da bu nedenle “Camino de Santiago” yani “Santiago’ya giden yol”. Böylece hem birbirinize iyi yolculuklar diliyor hem de aynı hedefe gittiğinizi belirtiyorsunuz.

Her sabah 7 gibi uyanıp, 8’de valizlerimizi resepsiyona bırakarak yola çıkmak, ağrılarımıza rağmen etabın sonuna odaklanmadan kendi ritmimizde yürümek, rotayı bitirince duşumuzu alıp, çamaşırlarımızı yıkayıp, günlük tedavilerimizi tamamlayıp, akşam yemeği için kaldığımız şehri keşfetmek ve ertesi gün için dinlenmeye çalışmak gibi değişik bir rutine sahip olduk.

Yol boyunca yüzyıllık yığma taş evler ve ufak kiliselerden, çam, meşe ve kestane ormanlarından yürürken, sonlara doğru upuzun okaliptüs ağaçlarının arasından ilerledik. Hatta biz yola dökülen okaliptüs yapraklarını toplayıp, akşamları otelimizde duş başlığımıza asıyorduk. 

Santiago’ya 10km uzaklıkta, Lavacoll isimli kasabadan geçerken, buranın, hacıların temizlenmek için mola verdikleri bir yer olduğunu öğrendik. O dönem hem salgın hastalıkların yayılmasını engellemek hem de Aziz Yakup’a saygılarını göstermek için hacılar buradaki nehirlerde yıkanarak hazırlık yapıyorlarmış.

Her gün yol üzerindeki kiliselerde, hacıları kutsamak için törenler yapılıyor. Bunların en görkemlisi ise “Pilgrim Mass” denilen ve Santiago de Compostela Katedrali’nde yapılan seremoni. Rahip, törenin başında, o gün kayıt yaptıran yürüyüşçülerin geldikleri ülkeleri tek tek sayıyor.Arkasından İspanyolca dua edip ilahiler söyleniyor.  Bazı önemli günlerde ise, 53 kg ağırlığındaki dünyanın en büyük buhurdanlarından biri ile yapılan özel bir töreni izleyebiliyorsunuz. 20 mt yukarıda asılı olan bu buhurdana “botafumeiro” deniyor ve hareket ettirmek için 8 kişi gerekiyor.

6.günün sonunda kayıt ofisine ulaştığımızda, bu sene içinde tüm rotaları yürüyen 90.000 kişi içindeki 19 ve 20., Fransız Rotasındaki 45.000 kişiden ise 13 ve 14. Türk olduğumuzu öğrendik. Kaldığımız bazı hostellerde ise, daha önce hiç Türk’ün konaklamadığını duyduğumuzda biraz şaşırdık. Aslında hem vize engeli, hem Euro bölgesi olması, hem de en az 9-10 günlük bir izine ihtiyaç duyulması gibi sebepler, bu seyahati zorlaştırıyor gibi görünse de, bizim gibi planlamaya aylar önce başladığınızda maddi olarak gayet yapılabilir olduğunu fark ediyorsunuz.

Son günümüzü daha sakin geçirsek de, aklımız Santiago de Compostela’ya 90km uzaklıktaki Finisterre’de kaldı. Atlantik kıyılarındaki bu ufak kasaba, başka kıtaların bilinmediği zamanlarda, dünyanın son noktası kabul edilirmiş. Şimdilerde ise compostelasını alan yürüyüşçülerin, evlerine dönmeden önce uğradıkları yerlerden biri olmuş.

Yolu yürümek isteyenlere ise birkaç önerim olacak. Yanınıza bilekli bir bot, patika koşularında kullanılan bir spor ayakkabı ve terlik alın. 2 takım yürüyüş kıyafeti, 1 takım günlük kıyafet dışında bir giysiye ihtiyacınız yok. Hızlı kuruyan kıyafetler ve yürüyüş için üretilmiş yünlü çoraplar edinin. Sırt çantanızın hacmi az, fermuarlı gözü bol olsun. Ufak bir bel çantası alın. Mutlaka baton kullanın. Yol boyunca bolca çeşme ve yiyecek alabileceğiniz yerler olduğu için yanınıza sizi sadece birkaç saat idare edebilecek gıdaları tercih edin. Kıymetli eşyalarınızı, su geçirmez poşetlerde saklayın.

Yürüyüş temponuzu yüksek tutmayın, 8-10 km’de bir yarım saatlik molalar verin. Geçtiğiniz yerlerden damga toplamayı, yolda gördüğünüz insanlarla selamlaşmayı, yardım teklif etmeyi, yardım istemeyi ve en önemlisi aklınıza koyduğunuzda başaramayacağınız hiçbir şey olmadığını unutmayın.

Tek başınıza yürürken bile yalnız hissetmeyeceğiniz ama kolaylıkla kendinizle baş başa kalabileceğiniz, enfes manzaralara sahip bu yol için pek çok insanın neden bir mucize sakladığını söylediğini yoldayken anlıyorsunuz.  Ve elbette pek çok kişi gibi tekrar dönmek için kendinize söz veriyorsunuz.

PAYLAŞ