İnsanın Derinliklerine İnmek ve Farklı Perspektiflerden Bakmak

Writer: Sevil Balaban

Date: 20/08/2024

PAYLAŞ

Dr. Banu Yüksel / Yazar

Röportaj: Sevil Balaban / [email protected]

Dr. Banu Yüksel, Türkiye’de edebiyat dünyasında ses getiren ve toplumsal konulara cesurca yaklaşan bir yazar olarak tanınmaktadır. Özellikle “Kimse Fahişe Doğmaz” ve “Esrarengiz” adlı kitaplarıyla dikkat çeken Yüksel, farklı kesimlerden insanların yaşamlarına ışık tutan derinlikte eserler ortaya koymuştur.

“Kimse Fahişe Doğmaz” adlı kitabı, konsomatrislik yapan kadınların gerçek hayat hikayelerini ve bu kadınların yaşadığı zorlukları anlatarak, toplumda yaygın olarak kabul gören ön yargıları sorgular. Yazar, bu eserinde insanların geçmişlerinden ve yaşadıkları deneyimlerden bağımsız olarak hak ettikleri değeri görmeleri gerektiğini vurgular.

“Esrarengiz” ise bir mitoman hukukçu kadının hikayesini konu alır. Yüksel, bu kitapta karakterin gerçek hayatını ve etrafındaki insanları nasıl etkilediğini detaylı bir şekilde anlatarak, psikolojik derinlikler üzerine düşündürücü bir bakış sunar. Mitomanın hukuki ve etik boyutları üzerine odaklanan eser, okuyucularını derinlemesine düşünmeye teşvik eder.

Banu Yüksel’in yazıları, sadece bireysel hikayeler anlatmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal adalet, kadın hakları ve insan ilişkileri gibi evrensel konuları da ele alır. Yüksel’in edebi tarzı, okuyucularına gerçekçi ve etkileyici bir bakış açısı sunarak, insanın derinliklerine inmeyi ve farklı perspektiflerden bakmayı teşvik eder. Gelecekteki yazma projeleriyle de edebi dünyadaki etkisini sürdürmeyi ve yeni konuları ele almayı hedefleyen Banu Yüksel, Türkiye’de edebiyat ve toplum üzerinde önemli bir yer edinmiştir.

Dr. Banu Yüksel ile kitapları ve yazarlık kariyeri hakkında konuştuk.

Sizin için yazarlık süreci nasıl başladı ve edebi çalışmalarınızda hangi konulara öncelik veriyorsunuz?

Sürecin başlangıcı aslında ilkokul zamanlarına denk geliyor diyebilirim. Okuldaki kompozisyon yarışmalarında derece almış olmam ve öğretmenimin beni bu konuda cesaretlendirmesi itici güç oldu sanırım. Ancak bu itici güç yoğun kurumsal hayat sebebiyle 2019’da reel bir ürüne dönüştü ilk kitabım Derinden’in çıkışı ile.

Kadın Araştırmaları Anabilim Dalında yüksek lisans yaptığım için çalışmalarım daima kadın odaklı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ailelerin yanlış kodlamaları, toplumsal yaftalamalar ve elbette toksik ilişkiler.

“Kimse Fahişe Doğmaz” kitabınızda, konsomatrislik yapan kadınların gerçek hayat hikayelerini ele aldınız. Bu kitabı yazmaya sizi ne yönlendirdi ve bu deneyimden ne tür bir mesaj vermeyi hedeflediniz?

Bu kitabı yazmadan önce ikinci yüksek lisansımı yaptım. Çünkü burada savunduğum bir düşünde vardı ve akademik bir çalışma ile de doğrulanması gerekiyordu. Erkekler eğlenmenin ötesinde annelerinden gördükleri ilginin benzerini bulabilmek için pavyona gidiyorlar bana göre. Çünkü o ortamda kendisini elleri ile besleyen ve süslü cümlelerle güzelleme yapan bir kadın faktörü var karşısında. Özellikle Türk toplumunda erkek çocuğunu Ağam, Paşam ifadeleri ile seven, her ne yaparsa yapsın oğlunun arkasında kale gibi duran anneler var milyonlarca. Bu çocuk ilerleyen zamanda hayatına ama eş ama sevgili olarak bir kadını aldığında ilk zamanlarda belki ama sonrasında bu tarzda bir ilgi görmüyor. Hatta ilişkinin başından itibaren pohpohlamak zorunda olduğu bir kadın giriyor belki de hayatına. Bu düzene alışık olmayan erkek, alıştığı duyguyu tekrar tadabileceği bir ortam arıyor ve bunu en rahat karşılayabileceği yer de elbette pavyon.

Bu kitapta ayrıca toplumsal yaftalamalardan nasibini en üst seviyede almış olan konsomatrislerin hayatlarına ait bilinmeyen gerçekleri gün yüzüne çıkarmayı da hedefledim. Onlar hizmet sektöründe çalışan emekçiler aslında ve pavyonda bedenlerini satmıyorlar. Güzel sözler duymak ve elbette eğlenmek isteyen kişilere bu konuda destek veriyorlar. Psikologlar ile aralarında benzerlikler var yaptıkları iş özelinde. Onlar da dert dinliyor, gerektiği yerde tavsiyeler veriyor ve bunun için ciddi bedeller alıyorlar.

Mitoman hukukçu bir kadının gerçek yaşam öyküsünü konu alan “Esrarengiz” kitabınızda, bu karakteri ve yaşadıklarını anlatırken ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Mitoman çok başka bir hikaye aslında diğer iki kitabıma göre. Hatta yeni nesil bir intikam şekli de diyebiliriz. Bu olay benim, ailemin ve bazı arkadaşlarımın başından geçen trajikomik bir öykü. Söylediği yalanlar ile bizleri kandıran, para avcısı ve kumar bağımlısı bir kadın avukatın macerası. Elbette kurgu bir kitap bu. İçinde bize ait hikaye çok küçük bir kısmı oluşturuyor, kalanı tamamen kurgu. Gerçek hayatta hala yaşayan bu karakterin kötülükte sınır tanımaz duruşunu, Türkiye’nin gündeminde olan bazı önemli olaylar ile birleştirerek sunmak istedim. Aslına bakarsanız bu kötü karakteri yaratırken hiç zorlanmadım. Sebebi ise benim ve çevremdekilerin canını gerçek hayatta çok fazla yakmasıydı sanırım. Onu şehvet düşkünü, hırsız, dolandıran ve para için her türlü kötülüğü yapabilen bir canavar olarak ele aldım ki bence gerçekten de bu tip insanların hayatta yapamayacağı kötülük yok.

Kitabı yazarken ana karakterin gerçek hayatta bize yaşattığı o kötü olaylar bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Bazen çok güldüm bazen de oldukça öfkelendim. İnsan bilmediği konunun cahilidir derler ki bu gerçekten çok doğru bir söz. Hukuk benim hiç bilmediğim bir alan olduğundan ve insanları daima kendim gibi gördüğümden olsa gerek sonsuz bir güven duygusu besledim gerçek hayatta malum şahsa karşı. Bu olay kadın kadının kurdudur mantığı ile gelişen bir şey de değil bu arada. Yani bu olayları salt bir kadını alaşağı etmek için yapmadı bence. Bazı insanlar Mitomani hastası (yani yalan söyleme hastalığı) ve bu kişiler önlerine kim çıkarsa çıksın kadın ya da erkek fark etmeksizin bir av olarak görmekte ve hunharca kandırmakta.

Yazdığınız kitaplarla toplumda nasıl bir farkındalık yaratmayı amaçlıyorsunuz? Okuyucularınızdan aldığınız geri dönüşler neler oldu?

İlk kitabım olan Derinden’de toksik ilişkileri ve ebeveynlerin yanlış tutumlarına maruz kalan çocukların ilerleyen zamanda öz saygılarını yitirip kendi kendilerini nasıl yok ettiklerini işledim. İlaveten kendilerini mutaassıp gösteren bazı zümrelerin aslında ne derece sahte olduğunu da…. Bu aslında pek çok insanın maruz kaldığı bir durum. Bu kitabı okuyan çoğu kadından aldığım geri bildirim şuydu. ‘’Bu benim hayatım resmen, nasıl aynısını işleyebildiniz. Yoksa siz de mi böyle bir toksik ilişki yaşadınız?’’  Buna verebileceğim cevap çok basit aslında. Yazar olabilmenin bence öncelikli kuralı iyi yazabilmenin yanı sıra iyi bir gözlemci olabilmek. 28 yıldır kurumsal hayatın içerisinde olan bir danışmanım ve her projemde pek çok insanla tanışıp bazıları ile de arkadaş ya da dost oldum. Her birinin bir hikayesi var hayata dair ve onları dinleyince bahsettiğim gözlem hususu kendiliğinden başlıyor. İlişkilerde yaşanan travmalar da çok benzer olduğundan da herkes bunu kendi deneyimi ile birleştiriyor. Sonuçta Agatha Christie de katil değil neticesinde ve son kitaptaki yan karakter hariç diğer iki kitabımdaki karakterler ben değilim ve benim yaşantımı yansıtmıyor.

Kimse Fahişe Doğmaz’da okurların pek çoğu o ortamı net olarak tasvir ettiğimi ve de okurken kendilerini masalardan birinde oturup olayları gözlemler halde hissettiklerini ifade ettiler ki bu gerçekten bir yazar için çok kıymetli bir geri bildirim. Elbette o ortamı görmek mümkün olmadı pandemi sebebiyle yoksa araştırma için içeri girilmesine izin veren mekanlar varmış normalde. Ama süreç içinde online görüştüğüm karakterleri öyle iyi dinledim ve analiz ettim ki ortamı tasvir etmek bu sebeple çok zor olmadı. Bu hikaye sonrasında konsomatrislere karşı bakış açısını değiştiren çok kişi oldu ilaveten ve bana gerek arayarak gerek yazarak bu konudaki öz eleştirilerini ilettiler. Bu arada bu kitap raflara çıkamadı isminden ötürü. Toplum ahlakını bozabileceği gerekçe gösterilerek. Oysa ki fahişe TDK’da geçen bir kelime ve eğer ahlakı bozuyor ise ulusal sözlükte ne işi var? Ama toplumumuz o kadar samimiyetsiz ki isminden dolayı aforoz ettikleri bir romanı (2021’de çıktı bu arada), 2024 yılında her Perşembe akşamı dizi olarak ekranda gördüğünde ayakta alkışlıyor.

Kitaplarınızda gerçek hayat hikayelerini ele alırken etik ve hukuki konuları nasıl dengelediniz? Kişisel hikayeleri anlatırken nasıl bir yaklaşım benimsediniz?

Kimse Fahişe Doğmaz’ı yazmadan önce birçok konsomatris, pavyon sahibi ve pavyon müşterisi ile online görüşmeler yaptım. Hatta kitabın teşekkür kısmında bir tanesi adının geçirilmesini özellikle istedi (elbette takma adının) Kendisinden bu konuda yazılı teyit aldım. İlaveten diğer görüşme yaptığım herkesin kimler olduğu tamamen etik olarak bende saklı. Zaten birkaçı hariç diğerlerini ekranda görmedim. Kişisel bilgilerin ve verilerin korunması genel anlamda profesyonel hayatımdaki uzmanlık alanlarımdan biri de olduğu için bu konu çok önemli benim için. Hukuki anlamda da özellikle son kitabımı şu an çalıştığım avukatıma okuttum önce ve kendisinden ön onay aldıktan sonra yayınlanma sürecine geçildi. Bu arada tüm kitaplarımda kullandığım isimler gerçek dışı ve olayların tamamı da kurgu olduğundan hiçbir üçüncü şahsı direk hedef almamakta.

Türkiye’de ve dünyada sosyal adalet ve kadın hakları konularında nelerin değişmesini umuyorsunuz? Kitaplarınız bu konularda nasıl bir rol oynuyor?

Öncelikle kitaplarımda her iki tema da var baskın olarak. Çünkü bunlar ne yazık ki içinde yaşadığımız toplumun gerçekleri. Keşke hayat masallarda anlatıldığı gibi olsa. Keşke kötüler sonunda bedelini ödese ve hep iyiler kazansa. Benim hikayelerimde de her şey toz pembe değil çünkü hayatın gerçeğini kanata kanata anlatmadığınızda bir farkındalık oluşmuyor insanların gözünde. Keşke böyle bitmeseydi diye üzüldüğümüz sonları değiştirebilmek elimizde. Benim kitaplarımdan beklediğim rol de bu aslında. Farkındalık ve değişmek ya da değiştirmek.

Sosyal adaletsizlik dünyanın hemen hemen her yerinde mevcut. Para ve güç belirli bir zümrenin elinde ve o zümreye yakın olanlar da bundan nemalanıyor hem maddi hem de manevi olarak. Bunun yakın zamanda değişmesi de çok mümkün görünmüyor çünkü insanlık kolay yoldan para kazanma çarkına çoktan kaptırmış kendini. Geçtiğimiz günlerde Kopenhag’a gittik eşimle. Şehrin içinde bir başka ülke var, kendi kendilerine hakimiyetlerini ilan etmiş bir hippi mahallesi. Orada bir husus dikkatimi çekti. Bölgedeki kafelerden kazanılan paralar o mahallede (ya da özerk alanda) yaşayan 850 kişiye dağıtılıyormuş. Oysa ki tüm dünya ülkelerinde gelirin büyük bir kısmı küçük bir azınlığın elinde ve kalan halk elindeki ile idare etmeye çalışıp mutlu olmaya çabalıyor. Z kuşağının sadece bir kısmından umutluyum bu sistemi uzak gelecekte değiştirebilmeleri adına.

Kadın hakları ise kanayan bir yara hala. Feminizmi kadın düşmanlığı sanan ya da kadını bir materyal olarak gören cahil zihniyet değişmedikçe bu konuda ne yazık ki çok ciddi bir gelişme sağlanamaz düşüncesindeyim. Yaratıcı gücün iki cinsiyetten birini diğerinden üstün kılması zaten yaratma mantığına ters düşen bir durum bana göre. Bu minvalde Yaratıcı sadece erkeklerin inandığı bir güç haline gelmez mi? Ben bunun yüzyıllar önce bilinçli olarak başlatılan eril zihniyetin kötü niyetli bir çıktısı olduğunu düşünüyorum. Bu bir iktidar savaşı olmamalı. Erkek güçlü kadın güçsüz, erkek yapar, kadın susar gibi bir zihniyet olamaz… Bir yerde başkalaştırılan ya da aşağı çekilen bir zümre var ise bunu yaratan mutlaka diğer taraftır. Öncelikle eril dilden kurtulmamız gerekli acilen. Bir kadın cinayetinde o kadının o saatte orada ne işi vardı deniliyorsa (ki ne acıdır ki bunu söyleyen kadınlar da var) buna sebep olan toplumun yozlaşan kenarlarını törpüleyerek başlaması gerekir işe.

Esrarengiz” ve “Kimse Fahişe Doğmaz” gibi kitaplarınızın yanı sıra, gelecekte hangi konuları işlemeyi düşünüyorsunuz?

28 yıllık bir kurumsal hayat tecrübem olduğundan bahsetmiştim. Bu bağlamda kamu ve özel pek çok kuruluşa danışmanlık yaptım yönetimsel anlamda. Her iş ortamında sizin de bileceğiniz üzere mobbing yapan, başkalaştıran, birilerinin üzerine basarak kariyer edinen, hak yiyen, dedikodu yaparak ortalığı karıştıran ve yarattığı statükocu düzenle diğerlerini bastırmaya çalışan insanlar mevcut. Ben bu tip insanları Kurumsal Yılanlar olarak adlandırıyorum. Şu an bu tip insanlar ile bunlarla baş edebilme yöntemlerini anlatan aynı isimli (Kurumsal Yılanlar) bir kitap hazırlığı içindeyim. Bu kitap iş yaşantısındaki çoğu kişinin deneyimlediği süreçleri anlatacağı için bir baş ucu görevi de görecektir diye düşünüyorum.

Yazdığınız kitapların araştırma süreçleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Gerçek hayattan esinlenen hikayeleri nasıl buluyor ve geliştiriyorsunuz?

Az önce de belirttiğim gibi gözlemlerim ön planda oluyor araştırma sürecimde. Bunları not defterime kaydediyorum. Gerçek hayatın içinde olduğum için de hikayeler ya duyduğum ya da şahit olduğum konular çoğunlukla. Kafamda yarattığım ana karakterin elbisesini biçip dikerek başlıyorum işe. Yan karakterler de akış içinde devreye gidiyor kendiliğinden. Ben her kitabımda önce sonu yazıp sonra giriş ve gelişme kısmına dönüyorum. Genelde tüm kitaplarımın sonu okuru şaşırtan bir ters köşe ile bitiyor ve ben bu ters köşenin verdiği ilham ile diğer kısımlar daha kolay ve keyifli yazabiliyorum. Bu arada kitaplarıma şarkı da yapıyorum. Üç kitabın da kendisi ile ilintili şarkısı var. Derinden için slow pop, Kimse Fahişe Doğmaz için pop-&arabesk ve Esrarengiz için de yine hareketli bir pop şarkısı yaptım. Beste ve güfte bana ait ve naçizane stüdyoda da ben seslendiriyorum. Bu arada bir mottom var. ’’Okumayı sevmeyenlere bile okumayı sevdirmek’’. Bu sebeple kullandığım dil oldukça akıcı ve gündelik. Çünkü insanlar artık uzun ve ağdalı şerbetli diye tabir edebileceğim betimlemelerden hoşlanmıyorlar. Bu cümleler elbette edebi anlamda çok değerli ama günümüzde her şeyi hızlıca tüketen bir toplum yapısına da çok uygun değil maalesef.

Son olarak, okuyucularınıza ve hayranlarınıza iletmek istediğiniz mesajınız nedir? Gelecekteki yazma projeleriniz hakkında neler planlıyorsunuz?

2025 yılı Ocak ayında Kurumsal Yılanlar ve 2025 sonu ya da 2026 yılı başında da Süryani Müslüman aşkını anlatan Aşkın Mezhebi Olmaz adlı yeni bir roman ile okurlarımla buluşma hedefindeyim. Hatta bunun için Mardin’e giderek bir saha araştırması yapmayı planlıyorum.

Okurlarıma iletmek istediğim son mesaj ise üç kitabımın mottosundan bir kolaj olsun.

‘’Kimse Fahişe Doğmuyor ama tüm ruhlar zamanla birer fahişeye dönüşüyor. O yüzden iyi insanları masum kalplerinden vuran tüm acımasızların derinlerinde boğulmaları dileğimle…..

PAYLAŞ