İyi Bir Fikir Bulmanın Tek Yolu Vardır: Çok Fazla Sayıda Fikir Üretmek

Writer: Sevil Balaban

Date: 06/10/2021

PAYLAŞ

Ayşen Zamanpur / Silk & Cashmere Markası Kurucusu

Röportaj: Sevil Balaban / [email protected]

Ayşen Zamanpur’u “Dünyayı Fetheden Kaşmirci” olarak tanımlıyor Herald Tribune Gazetesi.

1992 yılında kurduğu Silk&Cashmere markası kısa zamanda tüm dünyada tanındı. İlk mağazasını Zürich’te aynı yıl içinde açan markanın ilerleyen zamanlarda 27 ülkede 200’den fazla şubeye ulaşması, Ayşen Zamanpur’un girişimcilik konusunda ne kadar başarılı olduğunu gösteren örneklerden sadece biri.

Silk&Cashmere markasının bu başarısı birçok bilimsel kitaba konu oldu, hatta marka hakkında yüksek lisans ve hatta doktora tezleri yazıldı.

2020 yılının başlarında ağırlıklı olarak mali işlerle ilgileneceğini ve istenilen her noktada danışmanlık yapacağını söyleyen Ayşen Zamanpur şirketin yönetimini çocuklarına devretti.

Girişimcilik ruhunun önünün açılması gerektiğini düşünen Ayşen Zamanpur ile ilham veren hikayesini konuştuk.

Kendi markanızı yaratma fikri nereden, nasıl ortaya çıktı?

İyi bir fikir bulmanın tek yolu vardır. Çok fazla sayıda fikir üretmek. Biz de Şişecam’daki planlama deneyimim ve Benétton bayiliğinde edindiğim perakende mağazacılık marka deneyimim ile neler yapabileceğimiz konusunda çok ciddi fikirler ürettik.

O dönemde henüz ne perakende bugünkü kadar çekici bir sektördü, ne de marka konusu bu kadar gündemde, bu kadar parlak bir konuydu. Girişimcilik kavramı ise nerdeyse yoktu…

Defalarca yaptığımız seyahatler, araştırmalar, fizibiliteler sonucunda dünyada kaliteli ama ulaşılabilir lüks alanında bir kaşmir markası olmadığını fark ettik. Türkiye değil dünyaya göz diktik.

Markamızın en önemli farklılığı, böyle bir nişi bulup o nişe yönelik küçük bir ekiple, çok az sayıda insanla, sayısız seyahatler ile çok yoğun çalışarak bir marka yaratmaktır. Üstelik ne kaşmir ne ipek ülkemizde yoktu. Ama biz dünyayı hedefliyorduk.

Genel müdürlüğümüzü, beyin takımını, yaratıcı kadroları Türkiye’de konuşlandırdık. Üretimimizi her iki değerli hammaddenin ana vatanı olan Moğolistan ve Çin’e kaydırdık. Orada iç Moğolistan’da 1992’de ilk yatırımı yapan yabancı şirketlerden biriyiz. 

Dünyanın çok çeşitli kentlerinde en seçkin alışveriş ortamlarında kendimiz mağazaları açarak, bayilikler vererek ya da korner açarak çok sayıda ülkede ipek ve kaşmir alanında sevilen sayılan bir marka olmayı sanıyorum ki başardık..

Kaşmiri tarif ederken “Tendeki med – cezir” demişsiniz. Bize biraz kaşmiri anlatabilir misiniz?

Kaşmir insan tenine en uyumlu elyaftır. Bir bebek bile doğduğu andan itibaren çıplak kaşmire sarılabilir, dokunabilir ve hiçbir rahatsızlık vermez.

Helezonik yapısı nedeniyle vücut ısısını dış ısı ile regüle ederek sizi her zaman en istediğiniz sıcaklıkta tutar. İpek de aynı şekilde onun kardeşi gibidir. Her iki hammaddenin de sağlıklı organik, doğal ve keyifli yapıları nedeniyle asırlardır tüm medeniyetlerde zaman ötesi ve kültürler üstü bir anlamı olmuştur.

Siz kaşmire dokunursunuz, kaşmir de size dokunur.

Bulut gibi verdiği his, sizi sarmalayan ama yakmayan, acıtmayan, batmayan sadece keyif veren dokusunu en iyi anlatan bu cümleyi çok beğenerek sloganımız haline getirdik. Yurtdışında bile bu sloganımızı taklit ettiler kullandılar

Kaşmire aşık olmuşsunuz diyebiliriz. Peki ipekle birleştirme fikri nasıl ortaya çıktı?

Aşk ve tutku insanı yaşama bağlayan duygular…

Kaşmire en çok uyan elyaf hem estetik açıdan hem sağlıklı doğal olması açısından hem de giysilerde verdiği elegan görünüm açısından elbette ki kaçınılmaz olarak ipektir. Bu fikri bulmak bizim markamızın en önemli kırılma noktalarından bir tanesidir. Daha da önemli bir kırılma noktası ipek ve kaşmiri aynı iplikte birleştirerek, kaş-ipek adını verdiğimiz üçüncü bir elyafın araştırma geliştirme çalışmalarına katkıda bulunarak çok zengin bir koleksiyon yaratmamızdır.

Kaşmir ve İpek’in birleşiminden oluşan kaş-ipek elyafı bizim en az saf kaşmir ve saf ipek kadar güçlü olduğumuz bir alandır

Eşinizin desteğinin her zaman en üst noktada olduğunu söylüyorsunuz. Evli ve iki çocuklu bir kadın olarak bu kadar yoğun çalışırken sizi motive eden bu destek miydi?

Eşim hem objektif, vizyon sahibi bir proje insanı ve uluslararası iş dünyasında başarılı bir iş insanı olarak, hem de iyi bir eş olarak bana iş yaşamımda her zaman hem örnek, hem destek oldu.

Babam, annem ve abilerimin sınırsızca verdiği özgüven ve sevgi de, eğitimini aldığım okullardaki çağdaş yaklaşımlar da eminim ki büyük katkıda bulundular. Başlangıçta küçük ama sağlam, sonra büyüse de hep marka ruhuna inanan ekiplerimiz de hep bana güç verdi. Onlarsız olmazdı.

Çok şanslıyım ki şimdi de çocuklarım Ferhat ve Yasemin markamıza sahip çıkarak bu geleneği sürdürdüler. Onların bu çok zor dönemde sorumluluk alıp başarılı olmaları markamız için çok değerli.

Sizi en çok yoran neydi?

Ne gencecik kadınken Selmin’le ve küçük ekiple iç Moğolistan yollarında trenle yaptığım 18 saatlik yolculuklar, ne kapalı bir rejimden kapitalizme geçme sancılarını yaşayan Çin’de yaşadığım sayısız sorun, ne çocuklarımdan ayrı kalarak çektiğim özlem…

Evet onlar da zordu inkar edemem. Bunların hepsi çok zordu. Üstelik dünyada çok kemikleşmiş bir kaşmir alanında 50 yıl sonra “Biz de marka yarattık” diye ortaya çıkmak da zordu. Oralarda iş yapmak, ekip kurmak, korumak, yaşatmak hepsi zordu. Bunun üzerine Çin dağılma tehlikesi yaşıyordu. Berlin duvarı yıkılmış, Rusya dağılmıştı. Çin’de de olacak diyorlardı. Binlerce risk vardı… Bunlar da çok zordu. İsviçre’de Paris’te Londra’da Barcelona’da Rusya’da mağazaları açmak onları yaşatmak da zordu…

Ama bana sorarsanız en büyük zorluk neydi diye; bunu 2.kitapta da yazdım:

Türkiye’nin Çin’e karşı zaman zaman aldığı çok sıkı ve siyah-beyaz önlemler yüzünden tüm iş yaşamım boyunca her zaman endişe ve korku içinde yaşamak en zoruydu… Çin’e karşı alınan çok sıkı önlem, tedbir ve yasakların en büyük zararını gören şirketlerden biriyiz. Hatta en büyük zararını gören şirketiz..

Kimse bunlar kendi çabalarıyla, teşviksiz bu kadar saygın ve seçkin bir marka olmuşlar diye bizi koruyup kollamadı. Sadece ödül verdiler doğru ama bunun dışında hiçbir destek görmediğimiz gibi her zaman son 20 yıldır hep büyük sorunlar yaşadık…

Bir gecede %100 artan vergiler veya bir gecede ürün kategorilerimize konan kotalarla veya yine bir gecede ithalatın aniden neredeyse yasaklanması bizi inanılmaz zorladı. Zorluyor…Maalesef bu siyah-beyaz yaklaşım bizim gibi teşviksiz (tekrar edeyim TEŞVİKSİZ) kendi kendine marka olmayı başaran bir şirketi çok zorladı. Her zaman ne olacağını bilmeden büyük riskler içinde ortada bıraktı… Bu konuda hayal kırıklığım hiç geçmeyecek… Ama hiç yılmadık. Savaştık, savaşa devam ediyoruz…

İkinci kitabımın adı Diren Keçi. Orada anlattım her şeyi. Sembolümüz olan kaşmir keçisi gibi zoru başarmak için asla yılmadan her şeyi göze alarak 30 yıldır ayaktayız inatla sabırla ve kararlılıkla… 

Başarınızla ABD’nin mükemmel girişimcilik ödülünü kazandınız. Başarınızın sırları neler?

Silk and Cashmere’in en önemli özelliklerinden bir tanesi Türkiye’de ve yurtdışında girişimcilik ve marka alanında verilmiş ödüllerin büyük bir kısmını yıllar içinde almış olmasıdır, tabii ki ödüller benim elime tutuşturuldu ama bu arkasındaki çok güçlü çok sağlam çok iyi bir ekibin başarısıdır. Tek basına kimse bir şey yapamaz… Amerika’daki ödül ödüllerimizden sadece bir tanesidir en sonda Fransa hükümeti bize en seçkin marka ödülünü vermişti, oğlumla birlikte gidip aldık.

20 kitaba konu olduk. Hakkımızda onlarca yüksek lisans tezi, dönem ödevi vaka çalışması yapıldı. Çin’de, Fransa’da üniversitelerde ders kitaplarına girdik. Akademik alanda bizim bu kadar anlamlı bulunmamız bana ticari başarımızdan (romantik de olsa )daha güzel gelmiştir

İş hayatında kadın yönetici olmanın zorlukları var mı?

Türkiye’de sadece iş yaşamında değil hayatın her alanında kadın olmak elbette ki zordur. KAGİDER ve KADER derneklerinin kurucu üyelerindenim. Siyasette sosyal yaşamda ve iş dünyasında kadının ikinci planda olması maalesef ki en üzüldüğüm konulardan bir tanesidir. Ayrıca bu çok çalıştığım emek verdiğim de bir alandır.

Kendini ispatlamış başarmış her kadının hemcinslerine her alanda destek vermesi boynunun borcudur diye düşünürüm ve hayatımda ikinci iş olarak da kadın girişimcilere destek vermeyi görürüm. Ama şahsi olarak sorarsanız, 3o yılda yaşadığım pek çok sorun arasında cinsiyetimle ilgili olanlar da elbette belki vardır ama ben o kadar yoğun çalıştım ki, bunları sanıyorum pek ayrımsayamadım. Ya da vaktim olmadı… Sorunlar hiç bitmez, bitmedi de ama hangisi ekonomiden, hangisi ülkemin özel durumuyla  bitmeyen sorunlarıyla  ilgili, hangisi perakende ile, hangisi siyasetle veya hangisi cinsiyetimle ilgili idi inanın çok fazla ayrıştıramadım.

Bütün bu koşturmanın arasına iki tane de kitap sığdırmışsınız. Kaşmir Yolu ve Diren Keçi kitaplarınız ne anlatıyor okuyucuya?

Evet hayatta yaptığım en doğru işlerden biri kaşmir yolu adlı kitabı yazmak oldu. En az kitabın kalınlığı kadar aldığım yorumlar, geri bildirimler, e-postalar, mesajlar beni sonsuz mutlu etti. Üniversitelerde derslerde, konferanslarda, şirketlerde, derneklerde sekiz yıldır Kaşmir Yolu kitabımın üzerinden iş hayatını, girişimciliği, marka olmayı, kadın olmayı, anneliği, istihdam yaratmayı kısaca tüm hayati konuşuyoruz.

Her yerde anlatıyorum; ne şanslıyım ki bu ilgi hiç kesilmedi bitmedi, bitmiyor. Üç beş kişinin yaşamında ufacık bir pencere açıyorsa ne mutlu bana. Değmiştir…  

Kadın bir girişimcinin ve güzel ekibinin gerçek hikayesini dinlemek pek çok insana sanıyorum ilginç geldi. Kimisi annelikle kariyer arasında bir seçim yapmak gerekmediğini hissetti belki?  Kimisi girişimci ruhunun sönmeyen tutkusundan hoşlandı, kimisi çocuklarımla eşimle birlikte yürüttüğüm yoğun sosyal ve iş yaşamının dengesinden hoşlandı. Belki kimisi benim biraz farklı, çıkıntı, aykırı, anarşik ruhumdan hoşlandı? Ama sonuçta kitap büyük ilgi gördü, çok güzel insanlara dokundu. O nedenle de büyük bir cesaret alıp çocuklarıma şirkete devretme hikayemin ana İzlek olduğu ikinci bir kitap yazdım.

Kasım’da Doğan Kitap’tan Diren Keçi adıyla çıkıyor.

Kimsenin pek aktarmadığı, ikinci nesle şirketi devir sürecimi anlattım tabi ki diğer konularla birlikte. 

Daha önce de belirttiğim gibi zaten 2019 Ekim’den beri kafamda, hemen her yerde ne yaparsam yapayım kitapla ilgili bazı paragrafları düşünüp, neleri nasıl aktarmam gerektiğini, hangi konulara ağırlık verip, hangilerini törpülemem gerektiğini düşünüyor ve kitapla ilgili bazı duyguları yoğun şekilde her an beynimde yaşıyordum.

Oturup yazmak ise işin en zevkli, en kolay kısmı gibi geldi bana. Ben daha çok kitabı kendi kendimle konuşarak gün batımında veya bahçede spor yaparken, müzik dinlerken yazmıştım içimde.

O kadar çok şey yaşadık ki son 8 yılda anlatmam gerekiyordu. Adeta sorumluluk hissettim. Genç nesillere, kadınlara, tüm girişimci ruhlara belki yasadıklarından bıkıp erken vazgeçmeyi düşünenlere biraz cesaret vermek yol göstermek olmasa da belki biraz ışık tutmak ve yılların süzgecinden geçen deneyimlerimden süzdüklerimi bırakmak istedim.

İlk kitabımda “Bu benim ilk ve son kitabım” demiş olsam da sözümde duramadım ve ikinciyi yazdım … İlk cümlem bu: “Sözümde duramadım.”  Ama çok içime sindi yazdıklarım. Yayınevinden de  çok güzel geri dönüş aldım, keyifliyim yani. 

Bundan sonra planlarınızda neler var?

Türkiye’de plan yapmaya pek inanmasam da siz sorunca gözümün önüne bahçede koşuşan torunlarla oynaşmak planı gelmedi değil…

Yunan adalarında uzun uzun kalmak, edebiyat, felsefe, resim, seyahat ile dolu günler… 

Yakaladığım her gün spor ritmini korumak, belki yeni bir kitap, ailemle bol keyifli vakit, dostlarla uzun sohbet masaları gözümün önüne geldi…

Ve tabii çok sevdiğim ülkemle ilgili çok büyük umutlarım, hayallerim, dileklerim de var… Onları görene dek yaşamak isterim… Hukuka saygılı, demokratik, medeni, temiz, özünde insana, hayvana, doğaya saygı duyulan, ayrımcılığın kalktığı, özgür bir ülke olduğumuzu beklersem belki çok uzun yıllar yaşarım ne dersiniz?

Resimle ilgileniyorum hobi olarak. Bütün duvarlarımı dolduracak yağlı boyalar, akrilikler yapıyorum. Duvar, tabure ne bulursam boyuyorum.  

Yunanca öğreniyorum.

Felsefe, edebiyat atölyelerine katıldım, katılıyorum. Sosyal hayatım çok yoğundur. Arkadaş çevrem çok geniş…

Ben hayatın içinde olmayı çok seviyorum, insanları seviyorum. Sosyal medyada Linkedin’de, Twitter’da çok keyifli düşüncelerimi, fikirlerimi paylaşıyorum, okuyorum öğreniyorum. Gençlerle iç içe olmaktan çok keyif alıyorum, onlardan da çok şey öğreniyorum.  

Linkedin’i çok kullanıyorum, 45.000’e yakın takipçime kitabın ismini ve içinde yer alması gerekenleri bile anketle sordum, bana ışık tuttular.

Şahane bir anneanne, babaanne olup en az annem kadar sevilme planım var.  Ben insanın kısacık yaşamı çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini ve kendisinin “en iyi halini“ yaratması gerektiğini düşünüyorum.

Gurur duyduğum Diyarbakır’daki  ipek öğrettiğimiz sosyal sorumluluk projemiz ise hep hayatımda olacak.

Ülkemizde maalesef SORUNLAR hep oldu, hep olacak. Bitmedi, bitmiyorama şu da bitmedi: Her zaman girişimciler olacak, her zaman parlak yepyeni fikirler olacak, her zaman dünyayı daha güzel bir dünya yapmak için çaba gösteren yaratıcı, özverili, çalışkan insanlar olacak.

Umudum hep var …

PAYLAŞ