Japonya’dan Bir Sinema Başyapıtı: Drive my Car

Writer: Nuh Cebeci

Date: 09/08/2022

PAYLAŞ

Sanatseverler iyi bilirler: Duygularınızı ayağa kaldıran, sizi gerçekten çok etkileyen iyi bir film izlediğinizde, nefis bir roman okuduğunuzda bir süre onunla yaşarsınız… Ve sadece duygusal etkilenmenin ötesinde, ‘bir sanat eseri’ olarak ‘ne anlatıldığının’ yanında bir de ‘nasıl anlatıldığını’ da puzzle’ın parçalarını bir araya getirir gibi çözmeye çalışırsınız; ve asıl keyif de burada başlar zaten. Sürekli kafanızı kurcalarsınız, düşündükçe yeni anlamlar bulur sevinirsiniz, kendi yorumlarınız yetmezse, o eserle ilgili aktif okuma yaparak sağda solda bulduğunuz yorumları okur, daha da derinlere gidersiniz ve bazı şeyleri daha çok netleştirirsiniz… İşte sanatın, edebiyatın, sinemanın, müziğin gücü de zaten burada yatar. Çoğumuz zaten birer ‘kültür tüketicisi’yiz, ne zaman ki bu tüketimin üzerine aktif olarak bir şeyler koyarız yani ‘üretmeye başlarız’, işte o zaman sanat görevini yapmış olur bana kalırsa… Yoksa sadece ‘hoş ve boş vakit geçirme’den ibaret kalan bir edimden öteye geçemez…

Bütün bunları niye söyledim… Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin, ülkemizde de çok sevilen Japon yazar Haruki Murakami’nin 2014 yılında yazdığı Men Without Women (Kadınsız Erkekler) adlı kısa öyküsünden uyarlayarak senaryosunu yazdığı ve yönettiği Drive My Car adlı filmini biraz geç de olsa izledim ve günlerdir bu filmle yatıp kalkıyorum… Filmin, En İyi Yabancı Film Oscar’ı, Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü de dahil olmak üzere bu seneyi çok bereketli geçirdiğini de ekleyelim.

Filmin konusu kısaca şöyle: Tiyatro yönetmeni ve aktör Kafuku, son zamanlarda dizi senaryoları yazmaya yönelen oyuncu eşi Oto ile geçmişlerindeki travmatik bir yarayı halen sarmaya devam ederken, Oto’nun ani ölümüyle çok sarsılır. 2 yıl sonra Kafuku, Hiroşima’da farklı dillerde oynayan oyuncularla bir Vanya Dayı (Çehov) sahneye koyma daveti alır. Fakat gözlerindeki bir sorun nedeniyle kendi aracını kullanmasına, ısrarla karşı çıkmasına rağmen, nezaketle izin verilmez ve çok genç fakat çok deneyimli bir kadın şoför (Misaki) kendisine tahsis edilir. Bundan sonrasında ise geçmişe ve hayata dair tüm sorgulamalar ve yüzleşmeler, bir yandan da Vanya Dayı’nın farklı dillerde oynayan sanatçılarla kotarılması süreci başlar ve bu süreç karakterlerimizin sorgulamalarıyla eşzamanlı olarak gelişir.

Filmin alamet-i farikası olan, Kafuku’nun kırmızı renkli (güvenli İskandinav) Saab 900 Turbo otomobilinin, ‘kırmızı renkli dinamik gibi görünen fakat aslında güvenli yaşam ve konfor alanı’ sunan metaforu kafanızda oluştuğundan sonra da zaten filmin asıl keyifli zamanları başlıyor. Tüm diyalogları, görüntüleri ilmek ilmek çözmeye, anlamlandırmaya adıyorsunuz kendinizi. Aslında karşımızda o zamana kadar pek de ‘elini kirletmemiş, konfor alanının dışına çıkamamış, Godot’yu bekleyen (filmde Kafuku’nun yönettiği ve/veya oynadığı iki oyundan diğeri), hayatını sığ ve güvenli sularda, duygusal iniş çıkışlara yer vermeden yaşayan ve evliliğini sürdürmeye çalışan bir Kafuku var… Ve onun tam karşısında ise, öncesinde ‘Oyunlarla Yaşayan’, onları hayatının tam içine alan hikaye anlatıcısı (bir nevi Şehrazad) uçarı eşi Oto; sonrasında ise hayatın zorluklarını çok küçük yaşlardan itibaren yaşamış, sürekli dayak yediği annesini çalıştığı pavyona gece götürüp sabah geri getirmek için henüz 14 yaşından itibaren ‘araba kullanmayı’ çok iyi öğrenmiş (yani feleğin çemberinden geçmiş) Misaki karakterleri… İki cesur kadın ve konfor alanının içinde kalmış bir erkek…

Driving Miss Daisy veya Yeşil Kitap (Green Book) filmlerinden de aşina olduğumuz ‘araç sahibi ve şoförü’nün etkileşmesi ve birbirlerini değiştirmeleri temasının Japon versiyonu bir yandan… Bir yandan da Drive My Car bir nevi yol filmi… O yol zaten hayatın ta kendisi çünkü. Ama bir yandan da Kafuku ve Misaki’nin geçmişteki yaslarını birlikte yaşadıkları, yüzleştikleri ve birlikte iyileştikleri de bir film (Saab’ın arka koltuğunda Vanya Dayı ezberini yaparken, araba teybinde Sonya’nın repliklerini okuyan sesin 2 sene önce kaybettiği eşi Oto’nun sesi olması tüyler ürpertici… veya, Misaki’nin eski evine yaptıkları yolculukta, harabe eve çiçekler bıraktıktan sonra çıkması için elini uzatan Kafuku’ya ‘benim elim kirli, seninkini de kirletmeyim’ demesi gibi pek çok diyalog ve görüntü karşısında zaten şapkanızı çıkarıyorsunuz.)

Öte yandan Kafuku’nun Vanya Dayı’yı çok dilli olarak (Japonca, Korece, Mandarin dilinde, İngilizce ve hatta işaret diliyle oynayan oyuncularla) sahneye koyma süreci yine pek çok ilginç temayı beraberinde getiriyor: İletişimin gücü, sanatın sağaltıcı rolü, bir sanat eserinin zahmetli hazırlanma süreci gibi…

Velhasıl-ı kelam, bir sinema başyapıtı ile karşı karşıyayız. İsterseniz üç saat boyunca dümdüz çok güzel anlatılmış bir hikaye de izleyebilirsiniz; ama izlerken Hamaguchi’nin sizin önünüze cömertçe koyduğu  o kahverengi tabelalara sapıp ara yollara girerseniz alacağınız lezzetin haddi hesabı yok.

Filmin bir başka tüyler ürpertici sahnesiyle bitirelim yazıyı: Vanya Dayı sahneye konmuştur ve Sonya’yı oynayan kız, işaret diliyle oynamaktadır. Ve bu tiradı onun dilinden izleriz:

“Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orda, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz… Tanrı da acıyacak bize ve biz seninle canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz… İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum… Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmas gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşama gibi dingin, yumuşak ve tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna! Zavallı, zavallı Vanya dayı, ağlıyorsun… Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya dayı, bekle… Dinleneceğiz, Dinleneceğiz…”

PAYLAŞ