Writer: Nuh Cebeci
Date: 22/12/2020
2020 yılı belki de ileride torunlarımıza anlatacağımız felaketlerle dolu bir yıl oldu… Evde karantinalar, sevdiklerimizden uzak kalmalar, yakınlaşsak bile şöyle keyif keyif sarılamamalar… Yumruk ucuyla veya dirsekle dokunmaya mecbur kalmalar… Bunların hepsi de belki de ‘yeni normal’in bir parçası olan minimal yaşamın fragmanlarıydı… Ama yine bu dönemde, aile olmanın güzelliği, insanın, yanında olmasa bile her zaman varlığını hissedebildiği sevdiklerinin, dostlarının olmasının önemi daha da fazla ortaya çıktı. Dönem, daha da bireyleşme, yalnızlaşma dönemi çünkü… Sevgimizi, dostluğumuzu, içten birlikteliğimizi olabildiğince koruyabilmemiz gerekiyor.
Bütün bunları niye söylüyorum… Öyle güzel, öyle sıcak bir film tavsiyem var ki… Hani yeni yıla nasıl girersek o yıl öyle geçermiş ya… İşte 2021’e girmeden bu filmi yeniden izleyip yeni yıla o duygularla girelim diye… Bahsedeceğim film, Frank Capra’nın başyapıtlarından biri ve ‘en sevdiğim filmim’ dediği film: It’s a Wonderful Life (Şahane Hayat). Yapım yılı, 1946; başrollerinde ise James Stewart, Donna Reed ve Lionel Barrymore var… Belki TRT 1 ekranlarında zamanında izlemişsinizdir bile… IMDB puanı 8,6; ve pek çok listede Dünyanın En İyi 100 Filmi içinde gösteriliyor. Bu film, verdiği pozitif duygulardan dolayı, her yılbaşında ABD televizyonlarında gösterilmekte aynı zamanda…
Konu çok basit bir soruyu ele alıyor: ‘Ya sen olmasaydın ne olurdu’. (Bundan sonrası spoiler içerir). George Bailey (James Stewart), doğduğundan beri aynı küçük kasabasında yaşayan, çok iyiliksever, merhametli ve pek çok insana yardımı dokunmuş bir işadamıdır. Talihsiz bir olay sonucu işleri ters gider, iflasın eşiğine, hatta bu nedenle intiharın eşiğine gelir. Tam kendini köprüden nehre atacakken bir melek gelir ve onu intihardan bir şartla vazgeçirir: ‘Kendisinin hiç doğmamış ve hiç yaşamamış olduğu bir dünya nasıl olurdu’ sorusunun cevabını göstererek… Bu şekilde, kendisinin ne kadar çok insanın hayatını değiştirdiğini, yardımı olduğunu, fakat kimi zaman insanların bunun farkına varmadığını görür ve her şeye rağmen hayatın yaşamaya değer olduğunun yeniden farkına varır.
Bol spoiler içeren bu özetten sonra, bence bu filmi bir daha, bir daha izleyin… Yazının başında bahsettiğim bütün o pozitif duyguları sonuna kadar yaşayacağınızdan emin olabilirsiniz… Filmden sonra en başta kendinizi, ardından bütün sevdiklerinizi ve değerlilerinizi daha da çok sevecek, daha çok değer verecek ve onlarsız bir hayatın sizin için ne kadar da sıkıcı ve yavan olacağının yeniden farkına varacaksınız.
Hatta bu filmin ardından Frank Capra’nın bundan 80 – 90 sene öncesinden gelen birbirinden güzel filmlerini (Mr. Smith Washington’a Gidiyor, Mr.Deeds Kasabaya Gidiyor, İki Gönül Bir Olunca vb.) yeniden izleyin.
Belki, naif, nostaljik, içten bir dünyanın bir kapısını hep beraber bu filmlerle aralarız yeniden… Ve, 2021’deki ‘To do list’imize ‘her hafta en az 2-3 güzel film izlenecek’ diye de yazın… Sinema can’dır, sinema 7. Sanattır, sinema hayatın ta kendisidir.