Writer: Fulden Karayel Okumuş
Date: 02/11/2023
Kadın olmak nasıl bir duygu hiç düşündünüz mü? Toplumun belirlediği beklentilerle başa çıkmak mı, kendi yolunuzu çizmek mi, Güçlü olmak mı ya da cinsiyet eşitsizliği mi? Gerçekten kadını tarif etmenin yolları az önce sözü edilen tanımlar kadar sınırlı mı sizce? Hayır, Kadın olmak tüm bu bahsettiğim toplumsal kalıpların çok ötesinde bir şey. Kadın olmak bu kalıpların içine sığamaz. Nasıldır Kadın olmak biliyor musunuz? Kadın olmayı bir yolculuk gibi düşünün. Her gün toplumsal zorlukların karşısında güçlü ve cesurca meydan okumaktır. Benzersiz bir güç ve potansiyele sahip olmaktır. Kendi benliğinize sadık kalmak, yeteneklerinizi keşfetmek ve toplumun sınırlarını zorlamaktır. Cinsiyet eşitliğine sahip özgür bir toplum demektir. Kadın olmak daha eşit bir dünya inşa etmeye devam etmek demektir. Birlikte daha adil ve özgür bir dünya için çalışmak demektir.
Günümüzde ne yazık ki pek çok kadın yaşadığı toplumsal dayatmaların yanı sıra iş hayatında da yaşadığı cinsiyet ayrımcılıkları ve aile beklentilerinin baskısına maruz kalıyor. Ancak kadın olmak tüm bu dayatmalara uymadan, kendi benliğini özgürce ifade edebilen, yeteneklerini keşfedebilen, toplumun sınırlarını zorlayan, cinsiyet eşitliği ile mücadele edebilen, cesurca meydan okuyabilen kadınlarımızla daha anlamlı ve kıymetli değil mi? Kadın olmak zordur, sadece sanat dünyasında değil her zaman her yerde! Eril dünyanın sanat dünyasındaki egemenliğine ve istenmeyen eşitsizliğine nasıl formüller bularak bir araya gelip yok edebiliriz dediğinizi duyar gibiyim.
Buna en güzel örnek olarak; Sanat tarihinde birçok güçlü ve özgün kadın sanatçıyı düşünelim. Bu kadınlar, sanatlarıyla tüm dünyaya ilham kaynağı olmuş, sınırları zorlamış ve değişimi tetiklemişlerdir. Frida Kahlo’nun kişisel hayat tecrübelerini yansıtan otoportrelerinden, Yayoi Kusama’nın sonsuzluk odalarına, Kara Walker’ın ırkçılık eleştirilerinden, Georgia O’Keeffe’nin kadın bedenini sembolize eden resimlerine, Barbara Kruger’in toplumsal cinsiyet ve kimlik meselelerine odaklanan eserlerinden, Cindy Sherman’ın kadınların kültürel imajlarını ele alan işlerine ve Judy Chicago’nun feminist sanat hareketine kadar daha birçok sanatçı bulunuyor. Bu kadın sanatçılar, sadece sanat dünyasında değil, aynı zamanda tüm dünyada iz bırakan figürler arasındadır. Onlar sanatlarıyla toplumu düşünmeye, tartışmaya ve değişime yön veriyorlar.
Ülkemizde tüm bu zorluklara karşı direnen, gücü, kararlılığı yerinde daha adil ve özgür bir toplum için çalışan, yaratıcılıklarını ve kendi benliklerini ifade eden, toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyan ve güçlü bir ses olmaya devam eden nice kadın sanatçılarımız var. Onlar ilham verici hikayeleriyle duygu ve düşüncelerini sanatları aracılığıyla ifade ediyorlar. Her eser, kadınların deneyimlerini, hayallerini ve yaşamlarını yansıtıyor. Bu eserler, insanların duygusal olarak bağlantı kurmasına ve düşünmesine yardımcı oluyor. Öyle ki, İstanbul Modern’in Kadın Sanatçılar Fonu desteğiyle koleksiyonuna dahil ettiği yapıtlardan oluşan Hep Buradayız sergisinden başkası değil bahsettiğim. Bank of America’nın sponsorluğunu üstlendiği bu şahane proje de Türkiye’den 11 kadın sanatçının birbirinden güzel eserleri yer alıyor. Sergi Sanat Tarihçisi Linda Nochlin’in 1971 yılında Artnews dergisinde yayınlanan Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok? başlıklı makalesine atıfta bulunuyor.
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı Hep Buradayız sergisi hakkında şunları dile getiriyor; “Sürdürülebilir stratejiler doğrultusunda İstanbul Modern’in öncelikli hedeflerinden biri de kadın sanatçıların üretim ve görünürlüklerini artırmak ve desteklemek. Bu amaçla 2016 yılında kurduğumuz İstanbul Modern Kadın Sanatçılar Fonu’nun desteğiyle yedi yıl içinde müze koleksiyonumuza birçok yapıt kazandırdık. Yeni binamızdaki ilk sergilerden Hep Buradayız da bu fonun katkısıyla edinilen yapıtları sanatseverlerle buluşturmanın heyecanını yaşıyoruz.”
Türkiye’deki kadın sanatçıların üretimlerini desteklemek, bilinirliğini arttırmak ve müze koleksiyonuna yeni yapıtlar kazandırarak kadın sanatçıların temsillerini güçlendirmek amacıyla 2016 yılında kurulan İstanbul Modern Kadın Sanatçılar Fonu aracılığıyla müze koleksiyonuna dahil edilen yapıtlar, Hep Buradayız adlı sergisinde ilk kez bir araya getiriliyor. Sanatçıların resim, heykel, desen ve video gibi ifade araçlarını kullanarak ürettiği çalışmaların bir araya geldiği sergide; Mehtap Baydu, Hera Büyüktaşcıyan, İnci Eviner, Selma Gürbüz, Nilbar Güreş, Sibel Horada, Bengü Karaduman, Zeynep Kayan, Ayça Telgeren, Güneş Terkol ve Burcu Yağcıoğlu’nun farklı dönemlerdeki üretimleri yer alıyor. Hep Buradayız sergisi, sanatseverlere göç sorunları, güç ve aidiyet gibi kavramları derinlemesine düşünme fırsatı sunarken, aynı zamanda bellek, mekân ve tarih yazımı arasındaki bağları ele alıyor. Kadın Sanatçılar Fonu desteğiyle müze koleksiyonuna dahil edilen sanatçıların yapıtlarını, Hep Buradayız’ın yanı sıra İstanbul Modern’in koleksiyon sergisinde de görebilirsiniz.
İstanbul Modern Şef Küratörü Öykü Özsoy Hep Buradayız sergisiyle ilgili şunları dile getiriyor;
“Sanatsal üretimlerindeki konuların farklılığı, kullandıkları tekniklerin ve malzemelerin çeşitliliği, kendilerine has sanatsal dil yaratmadaki özenleri ve cesaretleriyle Hep Buradayız sergisinde yer alan sanatçılar, bugünün sanatından güçlü örnekleri bizlerle paylaşıyor. Yaşadıkları çağa tanıklık eden bu sanatçılar, her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe karşı seslerini yükseltirken, göç ve bunun sonucu ortaya çıkan sorunları, güç ve aidiyet gibi kavramları, bellek, mekân ve tarih yazımı arasındaki ilişkileri, ekolojik felaketlerin yarattığı yıkımları yapıtlarında aktarıyorlar” dedi.
İşte Hep Buradayız sergisindeki sanatçılar ve eserlerinin hikayeleri:
Burcu Yağcıoğlu – Carbon Blues, Elancholia
Burcu Yağcıoğlu, işlerinde muhtelif imge, nesne, tecrübe ve fikirleri farklı kalıplara yerleştirerek değişkenlik kavramı üzerinde yoğunlaşıyor. Özellikle 2016 yılında Viyana’daki “Ohne” (Olmadan) adlı grup sergisine ürettiği “Elancholia” adlı eseri, kayıp kavramı temelinde şekillenen serginin temasıyla ve boyut sınırlamalarıyla başa çıkma çabasını yansıtıyor. Sanatçı, sadece sınırlı bir alana sıkışmak yerine eserinde somut bir şekilde kayıp kavramını işlemeyi tercih ediyor. Yapıtın ortasında görülen kurtçuklar ve çürümeyi çağrıştıran desen, sadece kısmen okunabilen “Kronos” kelimesiyle desteklenerek bu kaybın ifadesini güçlendiriyor. Sanatçı, oğlu Zeus tarafından hadım edildikten sonra erdem kazanan Titan Kronos’a bir bakıma kendini yeniden keşfeden bir ruh olarak eserinde yer veriyor.
Aynı şekilde, “Carbon Blues” adlı yapıt da kayıp kavramı etrafında şekilleniyor ve “Elancholia” ile benzer öğeler içeriyor. Kurtçuklar ve çürüme motifleri, iki yapıt arasındaki en açık biçimsel benzerliklerdir. Ancak görsel benzerliklerin ötesinde, kaybolma kavramı her iki yapıtın oluşum sürecine de rehberlik ediyor. Yapıtın merkezinde yer alan elmas içindeki tüysüz köstebek faresi, son yıllarda bilimsel deneyler için kullanılması nedeniyle sanatçının tercihidir. Sanatçı, bu tüysüz köstebek faresini, arzu nesnesi olarak güçlükle bulunan ve biçimlendirilen bir elmasla karşılaştırarak biyoteknoloji kültüründeki yerlerini sorguluyor.
Güneş Terkol – Akıntıya Karşı:
Güneş Terkol, sanat pratiğinde yakın çevresinden, kişisel tarihinden aldığı hikayeleri ve ilişkileri, toplumsal koşulları işlerken, özellikle kadın karakterlerin günümüz dünyasındaki değişen sosyal ve kültürel koşullara uyum sağlama veya bu koşullara karşı çıkma hallerini canlı bir şekilde betimliyor. Terkol, topladığı malzemeleri dikiş, video, desen, ses gibi ifade araçlarıyla işleyerek izleyiciyle paylaşıyor. Sanatçı için kolektif üretim, önemli bir yer tutuyor ve ortak bir amaç için bir araya gelmek, sanat pratiğinde hayati bir rol oynuyor. Özellikle pankart hazırlamak, insanların bir olayı protesto etmeye başlamadan önce fikirlerini paylaşıp tartıştıkları bir süreci deneyimleme olanağı sunuyor. Güneş Terkol, 2013 yılında Viyana’daki Uygulamalı Sanatlar Müzesi’nin Dünya Kadınlar Günü için düzenlediği açık çağrıya cevap veren kadınlarla Mucizevi Göstergeler sergisi kapsamında gerçekleştirdiği atölyenin sonucunda ortaya çıkan “Akıntıya Karşı” adlı kumaş pankart çalışmasıyla kadınların göç, sosyo-ekonomik durumlar, farklı bir ülkede yaşamanın getirdiği iletişim zorlukları, iş hayatı ve aile yaşamına dair düşüncelerini ve duygularını ifade edebilecekleri şiirsel bir platform sunuyor. Bu eser, kadınların hayatın birçok alanında karşılaştıkları zorluklara, haksızlıklara ve engellere rağmen haklarını koruma ve direnme mücadelesini yücelten bir ifade biçimidir. Güneş Terkol’un eserlerinde, kadınların deneyimlerini, duygularını hissetme ve düşünme fırsatını bulabilirsiniz.
Mehtap Baydu – Otoportre Karakter Bürünmek
Mehtap Baydu, heykel, performans, fotoğraf gibi farklı sanat disiplinlerinde çalışmalar gerçekleştirerek bireylerin toplum içindeki sosyal konumları ve kimlik politikaları gibi önemli konulara odaklanıyor. Toplumsal cinsiyet ve günlük yaşamın kültürel kodları gibi unsurlar, sanatçının eserlerinde sıkça belirleyici bir rol oynuyor. Otoportre: Karakter Bürünmek adlı yerleştirme, farklı ögeleri içerisinde barındıran etkileyici bir çalışmadır. Sanatçı, gerçekleştirdiği performansı ve izlerini farklı malzemelerle bir araya getirerek izleyicilere eseri bütüncül bir şekilde deneyimleme fırsatı sunuyor. Baydu, farklı mesleklerden ve sosyal sınıflardan kadınların elbiselerini bir araya getirir ve bu elbiseleri üst üste giyer. Böylece, farklı kimlikleri kendi bedeninde birleştirir. Aynı zamanda, elbiselerin sahiplerinden küçük metinler yazmalarını ister ve bu notları serginin duvarına tutturarak paylaşır. Performansta üst üste giyilen elbiseler, sanatçıyı adeta hapsederken, aynı zamanda bu katmanlardan kurtulma sürecini simgeliyor. Baydu, son bir hamleyle tüm elbiseleri çıkarır. Ters yüz edilmiş elbiseler, hacimli ve üç boyutlu bir objeye dönüşerek bir heykel oluşturur. Performansta yaşanan bu dönüşüm anı, sanatçı tarafından el yapımı kağıtlar kullanılarak bir heykel formunda dondurulur. Mehtap Baydu’nun eserlerinde, bir kadının hayatı boyunca farklı rolleri üstlenebilme yeteneği ve kaç farklı kimliği giyebileceği konusu sorgulanıyor. Bu çalışma, bu çoklu kimliklerin bir araya gelmesinin ve bir kadının hayatındaki dönüşümlerin imkansızlığına işaret ediyor. Baydu’nun eserleri, izleyiciye derin bir düşünme ve hissetme deneyimi sunuyor.
Sibel Horada – Orman:
Sibel Horada, çalışmalarında kişisel ve kolektif belleğin kenti ve doğayla ilişkisine odaklanıyor. Zaman içinde kaybolanların hafızasını, tuhaf ve tesadüfi düzenlemeler etrafında sorguluyor. Sanatçı, belleğin sadece anıları saklamakla kalmayıp aynı zamanda üretim ve dönüşüm süreçlerini barındıran bir araç olduğuna inanıyor. Metinsel ve anlatısal içerikleri damıtarak, üç boyutlu malzemenin potansiyelini kullanıyor ve kişisel ve kolektif bellek araştırmalarını duygusal ve etkileyici heykel formlarında anıtlaştırıyor.
Sanatçının Orman adlı 38 parçalı yerleştirmesi, karbonlaşmış kayın dallarının birleşiminden oluşuyor ve bu çalışma için Japon ahşap yüzey işleme tekniği olan “Shou Sugi Ban” kullanılıyor. Bu teknikte, ahşabın tüm yüzeyi eşit derecede yanıyor, ardından ateş söndürülüyor ve böylece karbonlaşmış bir dış yüzey elde ediliyor. Bu karbonlaşmış katman, içerideki dokuyu çürüme ve zayıflamaya karşı korurken aynı zamanda ateşe karşı dayanıklılık sağlıyor. Horada yapıtlarında sıkça yangın imgesini kullanarak, şiddet, kayıp ve unutma gibi konuları ifade etmek için bu imgelere başvuruyor. Sanatçı, bu yerleştirmeyi yalnızlık ile iyileşme ve toplumsal dayanışma üzerinden şekillenen bir kolektif direniş olasılığı olarak tanımlıyor. “Orman,” yıkıcı toplumsal ve bireysel olayların, insanları daha güçlü kılma potansiyelini ve umudunu taşıyor.
Zeynep Kayan – Kurgula (an):
Zeynep Kayan, fotoğraf ve video kaynaklı çalışmalarında her iki medyumun birbirine olan etkilerini, aralarındaki ilişkiyi, birbirlerinin yerine geçebilme olasılığını hem teknik hem de kavramsal açıdan ele alıyor. Yaratıcı sürecinde yöntemini sürekli olarak yeniden değerlendiren sanatçı, fotoğraf çekmeyi tekrar tekrar denemek, eski fotoğraflara geri dönmek, eski ile yeni arasındaki farkları irdelemek, katmanlar eklemek, videodan fotoğraf yakalamak, ilk çekilen karenin üzerine müdahalelerde bulunmak, rastlantısallığa yer vermek ve denemelerle keşfe çıkmak gibi fikirler üzerinde çalışıyor.
Kayan, denemelerine geri dönerek ve oradan nasıl ilerleyebileceğini düşünerek, çalışmalarını bitmeyen veya tamamlanmayan bir olasılıklar serisi olarak ele alıyor. Böylece, çektiği fotoğrafı kendisini tekrar eden, bölünen ve parçalanan bir malzeme olarak görüyor. “Kurgulan(an)” serisinde, Kayan, geçmişte çektiği fotoğrafları güncel görüntülerle birleştirir. Bu sayede, her çekilen fotoğraf veya videoyla değişen anıları ele alan sanatçı, fotoğrafın iki boyutluluğundan uzaklaşmayı hedefliyor. Ayrıca, videoların performatif yönünü vurgulayarak, bu seride imgeyi bir obje, bedeni bir malzeme gibi ele alıyor ve görme ve algılama biçimlerinde yeni olanaklar araştırıyor.
21.yüzyılda kadınların gücüne destek veren projeleri konuşmaktan daha güzel bir şey olamaz, değil mi? Bu projeler, kadınların toplum içindeki etkilerini ve güçlerini artırmak için büyük bir destek sağlıyor. Eğitimden iş dünyasına, sanattan bilime kadar her alanda kadınların varlığını ve katkılarını daha fazla görmek dileğiyle. Kendi ayakları üzerinde duran güçlü kadınların çalışmalarını ve sanat dünyasındaki etkilerini kutluyorum. Onlar, sanatın büyülü dünyasında yaratıcılıklarını sergileyerek geleceği şekillendiren birer öncülerdir. İlham verici eserleri ve projeleri, daha adil ve eşit bir dünya kurma yolunda bize ışık tutuyor. Hep birlikte, kadınların gücünü kutlayarak, onların yanında durarak, daha aydınlık bir geleceğe doğru coşkuyla ilerlemeye devam edeceğiz.